‘Yaralarım Aşktandır’: Füruğ, kendi arafında ömrünün şiirini yazan kadın
Sakıp Sabancı Müzesi’nin terasına sekizinci kez sahne kuruluyor. ‘Gözler Duyar Kulaklar Görür’ temasıyla teatral duyularımızı biraz daha açmaya davet eden programı, sanat yönetmeni Ayşe Draz’dan dinledik.
Sabancı Müzesi’nin terasında ve bahçesinde 22-25 Ağustos tarihleri arasında yapılacak ‘Müzede Sahne’nin direktörlüğünü bu sene ikinci kez üstlenen Ayşe Draz 2024 temasını ‘Gözler Duyar Kulaklar Görür’ olarak belirlemiş. Tiyatronun farklı duyulara hitap eden bir sanat dalı olduğunun altını çizercesine…
Malum, tiyatronun görselliğe, dekorun heybetinden oyuncuların fiziki özelliklerine, hatta şöhrete indirgenmesi gibi bir yanılgıya sık düşülüyor son zamanlarda. Müzede Sahne’nin bu seneki programıysa işitsel algıyı öne çıkarıyor. Dikkat çeken bir diğer detaysa ana akımın göbeğinde yer almayan nitelikli işlere yer verilmiş olması.
Programa baktığımda Kundura Sahne’nin şehrin seslerini, sözlerini, hareketlerini benzersiz bir şekilde tasarlayan oyunu ‘Geçen Gün’ seçkinin işitsellik vurgusuna en çok uyan işlerinden biri olarak dikkatimi çekiyor. Programda gördüğüme memnun olduğum ve ‘ana akımın hiçbir yerinde’ durmayan iki işe örnek olarak ise Echoes Sahne&Tiyatro Kast yapımı, bedenlerin ve ışığın başrolde olduğu ‘Parhessia 2’yi ve genç oyuncu Berfin Ertan’ın performansıyla dillerde olan ‘Mahallemiz Eşrafından’ı (Kiki) verebilirim.
Müzede Sahne sanat yönetmeni Ayşe Draz’a bu yaklaşımını sorduğumda program özellikle ana akımın dışında işlere yer vermek gibi bir iddia taşımadığını, ancak ana akımdan işlere yer verilecekse de onların niteliğini ve müzeyle veya o senenin temasıyla nasıl ilişkilendiğini önemsediklerini söylüyor.
Draz ‘Gözler Duyar Kulaklar Görür’ temasının, hem tiyatronun çeşitli duyulara hitap eden ve farklı disiplinleri içeren sanatsal bir deneyim sunduğunu hatırlattığını hem de gösteri sanatlarında farklı duyusal deneyimlerin birbirine tercüme edilmesine odaklandığını vurguluyor:
“Salt görselliğin cazibesine yaslanmadan başka teatral boyutları da düşünerek tasarlanmış eserler, gösteriyi gözleriyle izlerken seyircisinin zihninde bir müziğe dönüşebiliyor veya seyircilerinin duydukları şeyler zihinlerinde farklı imgeler oluşturabiliyor. Bazı eserler, görselliğin içindeki müziği ortaya çıkardığı gibi, müziğin harekete geçirdiği görselliği de ortaya koyuyor; duyuların derinlemesine deneyimlenmesine olanak tanıyor. İşitsel boyutu ön plana çıkarmalarıyla dikkat çeken atölyeler ile sessizliğin barındırdığı çoğulluğu da işitilir kılan, Q-Bra’nın canlı DJ’liği eşliğinde gerçekleşecek ‘Sessiz Disko’ deneyimi de bu senenin temasını ‘görünür ve işitilir’ kılıyor.”
Bu seneki seçkiyi Ayşe Draz’ın bize özel anlatımıyla dinlemek üzere sözü kendisine bırakıyorum.
Açılışımızı 22 Ağustos Perşembe günü, kısmen de olsa ‘sanat’ın ne olduğunu, bireyler üzerinden hayat-sanat ilişkisini mizahi ve eleştirel bir dille merkezine alan ve bunu da gene tiyatro gibi birçok duyumuza hitap eden bir disiplinle gerçekleştiren iki eserle yapıyoruz.
Akşamüzeri 18.30’da bahçede Nadir Sönmez’in kaleme alıp yönettiği ve Öner Erkan, Esme Madra, İlda Özgürel, Emrah Özdemir ve Büşra Albayrak gibi güçlü bir oyuncu kadrosuna sahip ‘Ama’yı misafir ediyoruz. 21.30’da Fıstıklı Teras’taki ana sahnemizde İbrahim Selim’in müzede çalışan bir güvenlik görevlisini canlandırdığı, sanatın erişilmezliği ve modern hayatla ironik ilişkisini işleyen ‘Bana Kimse Ne Olduğunu Anlatmadı’ ile devam ediyoruz. Bu oyunun bir müzenin bahçesinde sahnelenecek olması, bizim de müzenin güvenlik görevlilerini en önde misafir edecek olmamız, ayrıca da oyun posteri için zaten kullanılmış bir mekân olan Sakıp Sabancı Müzesi’nde sahnelenecek olması bizi ayrıca heyecanlandırıyor.
23 Ağustos Cuma, 18.30’da iki yetişkin atölyesi olacak. Biri Dr. Oğuz Öner’in katılımcılarını müzenin ses manzarasına kulak vermeye ve bu manzara eşliğinde kendi ritimlerini ve seslerini ‘dokumak’ üzere mekâna özgü bir ses deneyimine davet ettiği ‘Atlı Köşkün Ses Manzarası’. Diğeri ise multidisipliner sanatçılar Burcu Yılmaz Deniz ve Çağıl Kaya’nın, müzenin açık alanında, New Yorklu sanatçı Walter Thompson’un yarattığı soundpainting dili aracılığıyla anda yaratım üzerine bir alan açmayı hedefledikleri ‘Tam O Anda: Çok Disiplinli Soundpainting Atölyesi ve Performans’.
Aynı akşam 21.30’da ana sahnemizde ‘Mahallemiz Eşrafından’ olacak. Berfin Ertan’ın bir büyüme ve öğrenme serüvenini, içinden müziği de geçirerek aktardığı hikâyesi, Rumlar ve Türklerin bir arada yaşadığı bir adada geçiyor.
24 Ağustos Cumartesi gününe Atta Festivalin 6-18 aylık bebekleri misafir edeceği ve iki seansta gerçekleşecek (12.30/14.00) ‘Bak Orada Ne Var’ oyunuyla başlıyoruz. 16.00’da gene ATTA Festivalin ses tasarımıyla da öne çıkan çocuk oyunu ‘Kabuk’ ile devam ediyoruz.
17.30’da 6-9 yaşlarındaki katılımcılar ‘Çılgın Çocuk Orkestrası: Ses ve Hareket Odaklı Soundpainting Atölyesi’ gerçekleşecek. 15.00-17.30 arasında; buluntu nesnelerle ses ve müzik enstrümanları tasarlayan Tophane Noise Band’dan Serkan Aka, bahçede kuracağı etkileşimli ses yerleştirmesinde katılımcılarını, kendisiyle enstrümanları için kullandığı gündelik nesnelerden farklı sesler yaratmaya bekliyor.
19.00’da herkesin kendi kulaklığı ve telefonuyla katılabileceği, alternatif sahnelerin DJ’i Kübra Uzun’un YouTube üzerinden canlı çalacağı playlist ile müze bahçesinde dans edebileceği ücretsiz etkinliğimiz ‘Sessiz Disko’ olacak. Kendi kulaklığından müziği duymanın verdiği mahremiyet duygusu ve hep birlikte hareket ediyor olmanın getirdiği özgürleşme gücü aracılığıyla aslında sessizliğin içinde barındırdığı çoğulluğun da altını çizen bu ’diskoda’ herkesi, gören kulaklar ve duyan gözlerle dans etmeye davet ediyoruz.
21.30’da ana sahnede usta oyuncular Şerif Erol ve Zeynep Dinsel’in başrollerini paylaştığı ve Florian Zeller’in yazdığı, demans hastası bir babayla kızının ilişkisini merkeze alan ‘Baba’ oyunu yer alıyor.
25 Ağustos Pazar günü müze bahçesinde çıktıkları yürüyüşte farklı bir deneyim edinmek isteyenler için Serkan Aka bu sefer de 13.00-16.00 arasında etkileşimli ses yerleştirmesini kuruyor. Saat 19.00’da orta bahçede seyirciyle etkileşime de yer veren ve hakikati savunmanın hem zorlaştığı hem de elzem olduğu bir çağda insan olmanın gerekliliklerini sorgulayan ‘Parrhesia 2’ performansı yer alacak.
Festivali pazar akşamı Kerem Kurdoğlu ile Naz Erayda, Tophane Noise Band ve Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nın buluştuğu, Kundura Sahne yapımı ‘Geçen Gün’ oyunu ile kapatıyoruz. Bir konser, dans gösterisi, oyun veya salt bir performans olmanın ötesinde hepsi birden olan bu gösteride birbirleriyle sürekli karşılaşan, çarpışan ama birbirlerini gerçek anlamda hiçbir zaman görmeyen iki kişinin kâh rahatsız edici bir kakofoni, kâh büyüleyici bir sükunet, kâh bir gürültü yumağı, kâh bir müzik olarak yorumlanan performansının gerçek bir İstanbul arka planında sahnelenecek olması ve bu senenin teması ile bu kadar örtüşmesi, onun kapanış için çok doğru bir seçim olduğunu onaylıyor.
İlki 2018 mayısında düzenlendiğinde tiyatro gündemimize adeta bir Zeus şimşeği çakan Bergama Tiyatro Festivali 9-11 Ağustos’ta beşinci kez Bergama’nın tarihi dokusunda gerçekleşti. Türlü ekonomik kısıta rağmen bir kez daha taş inadıyla ve kentin tarihine yakışan bir antik şenlik neşesiyle…
İstanbul oyunları Bergama ve civardan gelenlerin yoğun ilgisiyle karşılandı. KİOSK programı kapsamında İzmir’deki tiyatroları izleme şansı ise biz İstanbullulara çok iyi geldi. Yeni tanışmalarda, ortak hayallerde buluşuldu, atölyelerdeki, söyleşilerdeki tartışmalar zihnimizi hareketlendirdi.
Saye Kolektif’in 2023’te Bergamalı kadınlarla yürüttüğü çalışmaların ürünü olan ‘Eski Köye Yeni Hayal’deyse beklenmedik deneyimler yaşadık. Asklepion’daki sütunların altında, Şifa Merkezi’nin tünellerinde kâh anneanne babaannelerimizi anlattığımız defterlerin başında ağlarken bulduk kendimizi kâh eşleştiğimiz bir diğer ziyaretçiyle, toprak kaseden çıkan soruları içtenlikle yanıtlarken…
Kozaklı kadınların geleneksel oyunlarına da katıldık, bebek maketine ‘annelik’ de ettik, bizi hikâyeleriyle bekleyen Deniz Türkali’ye de kulak kabarttık ve ‘dişil enerjimizdeki’ eksiği tamamlama heyecanıyla, ıslak kilden kendi tanrıçamızı da yarattık.
Bergama Tiyatro Festivali bir kez daha; üzerine uzun uzun çalışılan yerel bir tiyatro festivalinin, şartlar ne olursa olsun, ne kadar verimli olabileceğini gösterdi. Mekânın tarihi, fiziki ve kültürel dokusunu, mitolojik hikâyelerini katılımcılarıyla buluşturmasının yanı sıra, buraya yeni hikâyeler de hediye ederek sonlandı festival.
Bu kentin biricikliğinin ve Bergama Tiyatro Festivali’nin Türkiye’de türünün tek örneği oluşunun; yerel yönetim başta olmak üzere tüm resmi ve bağımsız kültür kurumlarının gündeminden düşmemesi dileğiyle. Altıncı edisyonun seneye, festivalin daha rahat ve emin nefesler almasını sağlayacak, daha büyük maddi-manevi desteklerle düzenlenebilmesi umuduyla…