Yayın ekranında Avrupa günü: Futbol, basketbol
Kendi öyküsünü sürekli kendisi yazıyor Fenerbahçe. Kendi atıyor, kendi yiyor. Kendi yükseliyor, kendi iniyor. Nazım Hikmet dizeleri gibi: İniyor kayık, çıkıyor kayık, in çık, in çık. Bakalım hikayenin sonu ne olacak?
İyi bir drama yaratabilmek için genelde iki karakter gerekir. Çatışma, aşk-nefret, gel-git… Ve tabii bir iyi ve (en az bir) kötü. Söz konusu Fenerbahçe’yken ikinci bir şeye gerek yok. Hepsini kendi içinde yaşıyor Sarı-Lacivertliler. Futbolunu öyle oynuyor. Kararlarını öyle alıyor. Kongresini bile öyle yapıyor. İyi de kendisi, kötü de. Aşk da bol nefret de…
İki gün arayla stadyumu dolduracak on binleri bir araya toplayabiliyor mesela. Bir umuda, inanca bağlıyor. Hırslandırıyor. Ve neredeyse ikisinde de aynı akış tekrarlanıyor. Üstelik Karl Marx’ın söylediği gibi de olmuyor bu. İlki de trajik, ikincisi de. Komedi hiç yok. Neyse ki sonu iyi bitiyor. Yoksa çekilir dert değil. Dün karşılarında bu kadar kötü bir rakip olmasa bu maç 1-1’den sonra hiç kolay olmazdı. Hatta 3-2’den sonra da…
Kongreye gidenler diyor ki, iftar arasına dek her şey iyiydi. Sonra her şey sarpa sardı. Dünkü maça gidenler de diyordur ki, İrfan Can Eğribayat’ın hatasına dek takım gürül gürüldü. Sonra bir anda sistem hatası verdik. Benzetme pek uygun olmadı aslında. Çünkü Fenerbahçe’de bir şeyler kötüyken asla sistemden bahsedilemez. Bir çılgınlık halidir o daha çok. O hatalı pas da öyleydi sanırım. Skor 3-2’ye geldiğinde bıraksak bir saat içinde tarihin gene tekerrür edesi gelirdi. Vakit darlığından olmadı. Tabii bir de rakibin kötülüğünden.
Tamam, kazandı Fenerbahçe. Belirli periyotlarda çok da coşkulu oynadı. Buldukları fırsatlara göre az bile attılar. Peki neden durduk yere korku filmi izlediler? Dünkü ilk yarı nasıl 1-1 bitti, anlamak mümkün değil. Ceza sahasında neredeyse 30 kez topla buluşmuşsun. 14 şut, 7 isabetli orta. İki top direkten dönmüş. Gol beklentisi 3’e yakın. Rakip yarım buçuk gelmiş, devre berabere bitiyor. Niye? Livakoviç sezon boyunca tek bir maç kazandıramamışken kaleyi neden devralamadığını dün daha iyi anladığımız İrfan Can’ın hatası yüzünden. Olur öyle şeyler, tamam. Ama birden fazla olunca buradan Kadıköy’e yol oluyor. Daha da kötüsü travma yaratıyor. Hep burada tökezliyor Fenerbahçe. Kuyusunu kendi kazıyor, kendi düşüyor. Tıpkı kongredeki gibi.
Kabul edelim dün yine de şanslıydı Sarı-Kanaryalılar. Böyle bir haftanın sonunda, onca gürültünün ardından bu Adana Demirspor’la oynamak büyük talih. Çok ama çok kötü bir oyun planı, felaket bir defansif diziliş. Nerede sezon başındaki proje takım, nerede bu!
Sevindi ev sahibi. Ferahlamadı ama. Ferahlayacak gibi de durmuyorlar. Esiyorlar, üfürüyorlar, sonunu getiremiyorlar. Getirseler bile içlerine sinmiyor. Sinse bile rahatlayamıyorlar. Laf/pozisyon kalabalığından ne dedikleri/attıkları anlaşılamıyor. Kongre yapar gibi oynuyorlar, futbol oynar gibi yönetiyorlar. Bu sezon mutlu sonla biterse eğer, insanlık için küçük ama Sarı-Lacivertli camia için büyük bir adım olacak. Orası kesin!