Bir hışımla geldi geçti: Jorge Jesus
Süper Kupa finali için 'Suudi vizyonu'nun yeni bir tadımlığı gibi hareket etmeyi anlamlı bulmuyorum. Cumhuriyet’in 100’üncü yılında 'Süper Kupa’ maçını bari evimizde oynayalım...
Petrole dayalı zenginliklerin hüküm sürdüğü Arap coğrafyasının ekonomik açıdan üst düzeyde seyreden ülkelerinin futbola dair ilgisi hep vardı. Nitekim özellikle son yıllarda daha fazla artış gösteren bir grafikle Premier Lig’in kimi takımlarının patronları olma reflekslerine hız vermişlerdi. Keza Fransız futbolunun gözde kulüplerinden Paris Saint Germain’in de uzun bir süredir Katar sermayesi altında hareket ettiğini biliyoruz. Bütün bu girişimlerde taraftar denen ve en önemli kriteri başarı olan, hareket yönünü bu tanımla belirleyen profil için sermayenin nereden geldiğinin bir önemi yoktur. Onlar sevdalandıkları renklerin başarısı için kim katkı koyuyorsa bağırlarına basarlar. Ada futbolundan örnek verirsek kasanın başındaki kişinin Amerikalı, Taylandlı, Katarlı ya da Hull City’den yola çıkarsak Türk olmasının bir önemi yoktur, yeter ki o kişi istedikleri transferleri yapabilsin, takımın çehresini değiştirsin, rekabetin içinde yer almalarını sağlasın, onlar için kâfidir…
Bu genel tablonun ardından özellikle bu yıl bambaşka bir evreye taşıyan yeni bir manzaradan bahsedeyim diyorum. Aslında altını çizmek istediğim çerçeve bugün itibariyle bilinen bir duruma dönüştü. Suudi sermayesi başka liglere para aktarmanın yanı sıra ‘Asıl olarak oyunun yıldızlarını kendi coğrafyamıza taşıyalım’ fikriyatına sarıldı ve birçok yıldız ismi, kulüpleri vasıtasıyla liglerine buyur etmeye başladılar. Yakın zamana kadar bazı kulüpler bu türden uygulamalara zaten soyunmuştu ve kadrolarında bir-iki ünlü futbolcuyu barındırıyordu. Ama geçmişteki görüntü, bir zamanlar Çin, Amerikan ve Katar liglerindeki refleksleri andırıyordu; çoğu miadını doldurmuş, emeklilik aşamasına gelmiş yıldızlarla dolu bir futbol evreni. Artık fizikleri üst düzeydeki ligleri kaldıramayacak ama ünleri, prestijleri ve teknikleriyle bir süre daha sahada bulunacak enerjiyi barındıran isimler de bir anlamda ‘çıkıştan önceki son durak’ mantığıyla Suudi coğrafyasını tercih ediyor ve hatırı sayılı meblağlar eşliğinde ‘jübile’ dönemlerini kârlı yatırımlara çeviriyordu. Aslında bu yöntemi bir zamanlar Türk futbolu da denemiş, özellikle 70’ler ve 80’lerin başında Balkan coğrafyasının özellikle Yugoslavya’ya ait ’emekliler’ini sahalarımıza taşımıştı. 80’lerin sonundan bugünlere kadar ise görüntü kabuk değiştirmiş, tüm dünyanın tanıdığı kimi yıldız isimlerin son mola noktası olma kimliğini üzerine geçirmişti Süper Ligimiz.
Suudi Ligi’ne gelince birden kesenin ağzını açtılar ve sadece belli yaş üstü isimleri değil, Avrupa’nın birinci sınıf liglerinde birkaç sezon daha üst düzey futbol oynayabilecek yetenekleri de takımlarına monte ettiler. Ronaldo ve Talisca’nın daha önceden açtığı kapıdan Benzema, Neymar, Kante, Brozovic, Mane, Laporte, Firmino, Mahrez, Onyekuru, Henderson, Merih Demiral, Fabinho, Milinkovic-Savic, Carrasco vs. gibi isimler de geçti. Dolayısıyla ‘Saudi Pro League’ yepyeni bir gösteri merkezi haline dönüştü. Teknik direktör cephesinde ise Jorge Jesus ve Steven Gerrard gibi çalıştırıcılar da Arap yarımadasının bu bölümünün yolunu tutanlar arasındaydı.
Bütün bu isimleri Batı’nın rekabetçi liglerinden koparan ve işin daha çok şov yönünde rol almaya iten başlıca neden elbette ekonomikti. Hayatlarının en verimli dönemlerinde kimsenin kendilerine veremeyeceği miktarlar sunulmuş, onlar da doğal olarak ‘Evet’ demişlerdi. Bu denklemde onlara söylenecek pek bir söz yok tabii. Peki parayı veren kısma, yani sermayeye bir sözümüz olabilir mi? Bu da tartışmalı tabii ki; para onların, nasıl harcayacaklarını da onlar bilir elbet…
Lakin şöyle bir durum var. Özellikle de son iki haftadır çığırından çıkan ve onca masumun kanının döküldüğü, kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden çok sayıda insanın hayatına mal olan bir savaş ve bu savaşın ait olduğu coğrafya, yani Ortadoğu… Sadece bu savaş değil elbet, son 20-30 yılın genel manzarasına bakalım; bu coğrafyaya ait onca insan kimi sebeplerle doğdukları, yaşadıkları yerleri terk edip meçhule doğru yelken açıyorlar ve daha müreffeh gördükleri Batı’da ‘mülteci’ kimliğiyle gelecek arıyorlar. Evet, bazıları ait oldukları ülkenin politik ikliminden kaçıyorlar ama büyük çoğunluğun gerekçesi ekonomik. Onları böyle davranmaya iten asıl motivasyon yoksulluk, fakirlik, geleceksizlik…
Peki bu denklemin bileşenleri çok çok uzun süredir belliyken ve değişmesi pek de mümkün görünmüyorken örneğin Arap sermayesi kendi coğrafyasının üyelerini, aynı topraklarda yüzyıllardır aynı havayı, aynı kültürel kodları solumuş yoksulları niye düşünmez, servetinin en azından bir kısmını daha eşitlikçi yollarla onların kendi topraklarında gelecek aramasına uygun formülleri niye üretmez de ‘futbol’ gibi geçen yüzyılın en popüler oyununda, yıllar yıllar sonra boy göstermek ister ve amiyane tabiriyle tam bir ‘görgüsüz’ gibi davranarak oyunun estetiğini, heyecanını parasıyla satın almaya çalışır. Ki Suudi Arabistan örneğine bakılırsa bu ülkenin Milli Takımı ne zaman Dünya Kupası’na katılsa iyi bir iz bırakmıştır, yani bir futbol geleneği olduğunu hatırlatmıştır.
Yani liginin kalburüstü yıldızlarla donatılmış bir ‘Medrano Sirki’ne dönüştürmesine gerek yoktur. Ama dediğim gibi para onların, nasıl kullanacaklarına elbette sermayenin sahibi karar verir lakin bu geniş yoksulluk ağı içinde kendi coğrafyasının insanlarını bir nebze mutlu etmeyi, ekonomik açıdan dengeli bir noktaya getirmeyi pekâlâ başarabilirler(di). Kitleleri futbol yerine böyle hamlelerle mutlu etmek çok zor değildi elbet. Ama bu bir tercihti ve Suudi sermayesi statları dolduracak kitleyi, yoksulluğun geniş yığınlarına tercih etmeyi uygun görmüştü…
Bu konuda duygu ve düşüncelerimi kalemi almayı uzun bir süredir planlıyordum; özellikle birkaç ay önce sosyal medyada rastladığım iki görüntü beni derinden etkilemişti; biri (hangi takım hatırlamıyorum ama) yeni transfer edilen oyuncuları taşıyan uçağın lüks tasarımı. Şöyle bir düşünce geldi aklıma, bu uçak onları yeni zengin yuvalarına taşırken çok yoksul yerin üzerinden geçecekti. Diğer görüntü de Liverpool’dan El Ittihad’a transfer olan Fabinho’ya, El Raed maçı sonrası Suudi bir gazetecinin (ismi Ibrahim El-Faryan’mış) mücadelede gösterdiği performanstan dolayı 100 bin euro değerinde bir saat hediye etmesiydi. Bu nasıl bir görgüsüzlüktür ve böylesi bir olayın, yoksulluğun diz boyu olduğu yerlere uzaklığı birkaç bin kilometre olan yerlerde vuku bulması nasıl bir talihsizliktir?
Bu iki olaydan dolayı yeterince bilenmişken üstüne Filistin-İsrail sorununun kanlı aşamalarla yeniden gündeme gelmesi binince doğrusu bu konudaki öfkem daha da arttı. Derken bir de ‘Süper Kupa’nın Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da oynanabileceği haberi kulaklarımıza çalınmaya başladı.
Birkaç gün önce meselenin aslı astarı Futbol Federasyonu Başkanı Mehmet Büyükekşi’ye sorulduğunda kendisinden şu açıklamayı duyduk: “Süper Kupa maçı neden Suudi Arabistan’da oynanacak’ diyorlar. Biz önce kulüplerimizle konuştuk, istiyoruz dediler. Biz de bunun üzerine Suudi Arabistan ile görüşmelere başladık. Şu anda Suudi Arabistan’da maç yapmak sadece ekonomik değil imaj olarak da çok değerli. Neymar, Ronaldo ve birçok dünya yıldızı Suudi Arabistan’da oynuyor. Suudi Arabistan, İtalyanlar ve İspanyollar ile beş yıllık anlaşma yapmış. Hakemimiz Halil Umut Meler de Suudi Arabistan’da maç yönetti. Suudi Arabistan 2034 Dünya Kupası’na aday oldu. Yüzde 90 da alacaklar. Biz de desteğimizi açıkladık. Biz Süper Kupa’yı Almanya’da yapmak istedik. Almanya, güvenlik gerekçesiyle iki Türk takımının maç yapmasına izin vermedi. İngiltere’de yapalım dedik. Aynı durum… Hiçbir Avrupa ülkesi izin vermiyor. Azerbaycan, ‘Gelin biz de yapın’ diyor ancak orada da para yok. Suudi Arabistan 120 milyon dolar gibi paralar ödeyerek dünya yıldızlarını ülkesine transfer ediyor. Süper Kupa’yı Suudi Arabistan’da düzenlememiz Türk futbolunun marka değeri için faydalı olacak.”
Başkan nihayetinde henüz bu konuda kesin kararın verilmediğini belirtti ama bütün bu açıklamalar eşliğinde karşılaşmanın Riyad’da oynamasına sıcak baktığını söyleyebiliriz.
Malum, 2023 Cumhuriyet’in 100. Yılı. Aynı zamanda takvimler 1923’ü gösterirken sporumuzun ilk teşkilatı hüviyetine sahip Türk İdman Cemiyetleri İttifakı’nın kurulmasının ardından ilk Türkiye Futbol Federasyonu da Yusuf Ziya Öniş başkanlığında Şehzadebaşı’ndaki Letafet Apartmanı’nda düzenlenen toplantıda, ‘Futbol Heyet-i Müttenidesi’ adıyla resmiyet kazanmış. Peşi sıra FIFA’ya başvurmuşuz ve 21 Mayıs 1923’te söz konusu birlikteliğin dünya üzerindeki 26’ıncı üyesi olarak tarihe geçmişiz. Ayrıca 26 Ekim 1923’de Türkiye, Taksim Stadı’nda Romanya’yla karşılaşmış ve 2-2 sonuçlanan mücadele Milli Takımımızın ilk milli maç olmuş.
Bütün bu gelişmelere bakıldığında aslında Futbol Federasyonu’nun daha önceden planlanmış ‘Futbolumuzun 100’üncü Yılı’ adı altında büyükçe bir kutlama programı olması ve ‘Süper Kupa maçı’nın da bu programın son halkası olarak oynanması bence daha ilgi çekici olurdu. Ki program dahilide mesela eski formalardan oluşan sergiler, futbola ilişkin birçok konuda söyleşiler, etkinlikler düzenlenebilirdi. Evet, takvim çok sıkışık, Süper Lig, Türkiye Kupası, milli maçlar, Avrupa kupaları vs. var ama bir şekilde formül bulunur ve bu iş halledilebilirdi.
Benden önce bu konuda görüş bildiren birçok kişi ‘Süper Kupa mücadelesi’ için doğru adresin yurtiçinde oynanması gerektiğini belirtti. Samsun olabilirdi mesela ya da başkent olması kabilinden Ankara. Ki bu organizasyonun ‘eski Türkiye’deki karşılığı ‘Cumhurbaşkanlığı Kupası’ydı ve o zamanlar karşılaşmalar Ankara’da oynanırdı. Öte yandan Başkan Büyükekşi’nin bize sunduğu Arabistan gerekçelerine göz atıldığında böylesi bir tercihin futbolumuzun marka değerini yükselteceği, imaj açısından da önemli olduğu kanısında değilim. Hem orada oynanacak maçı kim izleyecek ki, her hafta Ronaldo, Benzema ve diğer yıldızlar için bile stadı tam doldurmayan bir kitle “Bir de Icardi’yi, Dzeko’yu, Tadic’i, Zaha’yı izleyelim” mi diyecek? Bu konuda şu espriyi yapabilirim ancak, Suudi takımlarının tekliflerini kabul etmeyip Galatasaray’ı tercih eden Icardi’ye “Bak, gelseydin işte bu statta da oynayacaktın?” mı denecek!
Velhasıl futbolu sermayenin yeni bir oyuncağı haline getiren ve ‘endüstriyel’ yanını daha üst noktalara taşıyan ‘Suudi vizyonu’nun yeni bir tadımlığı gibi hareket etmeyi çok anlamlı bulmuyorum. Bizim futbolumuz çok mu doğru derseniz, onu da kabul ederim ama Cumhuriyet’in 100’üncü yılında ‘Süper Kupa’ maçını bari evimizde oynayalım…