Promes’e şok suçlama: 1.360 kilo kokaini ülkeye soktu!
Genel denklem para üzerinden kurulunca ve her şeye ekonomiler yön verince, bir zamanlar her türlü koşulda bile ‘amatör’ ruhunu yaşayan ve yaşatan ‘güzel oyun’ da bambaşka reflekslerin ifadesi olmaya mecbur kılındı.
Artık son derece profesyonel bir dünyada yaşıyoruz. Uzun süredir önüne aldığı ‘Endüstriyel’ takısıyla hareket eden futbol evreninde, farklı bir hayat tarzı zaten mümkün değil. Genel denklem para üzerinden kurulunca ve her şeye ekonomiler yön verince, bir zamanlar her türlü koşulda bile ‘amatör’ ruhunu yaşayan ve yaşatan ‘güzel oyun’ da bambaşka reflekslerin ifadesi olmaya mecbur kılındı. Bu yeni sistemde (yeni dediğime bakmayın tabii ki, çok uzun süredir işler böyle) oyunun gerçek icracısı ve ayakta tutan temel unsuru konumundaki futbolcular da adeta birer robota dönüştü. Bu dönüşüm sadece onların fizik-kondisyon olarak çok çok güçlü bir varlığa evrilmesi anlamını taşımıyor tabii ki. Duygularından ziyade mantıklarını ön plana çıkarmaları, kalplerine göre değil koşulların gidişatına göre tercihte bulunmaları, kariyerlerini de bu etkenler doğrultusunda biçimlendirmeleri isteniyor. Kim tarafından? Bazen ait oldukları kulüpler bazen taraftarlar bazen de kendi aile üyelerince…
Günümüz taraftar profili için tek seçenek ‘kazanmak’
Bu tablonun oluşumundaki en önemli veri para elbette… Meblağın kokusu nereden gelirse oraya yöneliyor oyuncular… Gün geliyor Çin Ligi, gün geliyor Amerikan Ligi ve (şimdilerde olduğu üzere) Arabistan Ligi… Bir ara Türkiye Süper Ligi de benzer bir konumdaydı ama şimdilerde ‘emeklilik öncesi son durak’ kimliğini tamamen gösteremese de yer yer pasajlar sunuyor.
Bütün bu genel gidişat içinde de artık karşımızda üç ihtimalli bir oyunu seven ama ‘kazanmak’ üzerine oluşturulmuş bir taraftar profili var. Kendisini yeni sezonda çıkan formayı alarak, kombinesini kaparak üzerine düşen görevi halletmiş kabul ediyor ve durduğu yerden baktığında, oyunun ekonomik (ve de ekolojik) halkasındaki zincirini tamamlamış oluyor. Kendi sırasını savdıktan sonra da hemen yönetimine sesleniyor ve mesela yaz döneminde ya da lig aralarında “Yapın artık şu transferleri”, “Getirin şu şu isimleri” diye isteklerini sıralıyor.
Bu profilin sezon içindeki hamleleri de genelde şöyle oluyor. Beğendiği futbolcu için “Kral”, “Adamsın”, beğenmedikleri, birkaç haftalık performanslarına göre tefe koydukları için de “Yollayın şu çöpü”, “Nerden buldunuz bu eziği” vs. saydırıyor da saydırıyor. Oysa kendi ekonomik katkısının çarkı döndürmediği aşikâr, kulüplerin gelir kalemleri de belli ama sağ olsun takımların arkalarında koca devletimiz var; gerektiğinde vergi indirimine gider gerektiğinde de borç silmeye… Yeter ki kararmasın futbolumuz.
Meğerse ne çok derdi varmış…
Pardon, ara sokaklara saptım, ana güzergâha döneyim hemen… Futbolun (post)modern zamanlardaki görüntüsü, varlığı, dinamikleri vs. itibarıyla karşınızdaki oyuncu, teknik direktör ya da başka bir bileşen fark etmez; onun durması, soluklanması, şöyle bir kendisiyle hesaplaşması istenmez, zaten her şey zamana karşı olduğu için buna vakit de yoktur. Sistem ayakta kalmak zorundadır ve her daim ‘Show must go on’ ön plandadır.
Önceki gün sosyal medya üzerinden parçalarını yavaş yavaş birleştirdiğimiz ve nihayetinde daha büyük resmi gördüğümüz bir vakayla karşılaştık. Geçen sezon Beşiktaş’ta forma giyen ve performansı pek de beğenilmeyen İngiliz futbolcu Dele Alli, Ada futbolunun gözde yorumcularından Gary Neville’ın programına konuk oldu ve kendi hayat öyküsüne, yaşadıklarına dair açıklamalarda bulundu. Dün ’10 Haber’de de ayrıntılarına vâkıf olduğunuz bu açıklamalar dolayısıyla bir ara transfer piyasasındaki değeri 100 milyon Euro olan bir portrenin yaşamı boyunca perde gerisinde sayısız trajediyle karşı karşıya kaldığını öğrendik.
Henüz 27 yaşında olan bu genç insanın (ve de üst düzey profesyonel futbolcunun) altını çizdiği yaşanmışlıklardan bazıları kendi söylemleriyle şöyleydi: “6 yaşındayken annemin arkadaşı tarafından tacize uğradım. Annem alkolikti. 7 yaşındayken sigara içmeye başladım. Afrika’da uyuşturucu satarak hayata tutunmaya çalışıyordum. 8 yaşında uyuşturucu satmaya başladım. 11 yaşındayken yan mahalleden bir adam tarafından köprüden aşağı sarkıtıldım.” Charles Dickens romanlarında ya da KemalettinTuğcu kitaplarında bin bir zorlukla hayata tutunan ve nihayetinde rotasını bulan (çocuk) kahramanlara rastlarız ama Dele Alli’nin yaşadıkları bu roman karakterlerinin de çok ötesine geçmişe benziyor. Bu acılardan geçerek nihayetinde futbol sahasında yeteneklerini göstererek bir anlamda sınıf atlamak ve geçmişin acılarına sünger çekmek… Dele Alli’nin oyunla ilişkisi biraz da bu olmuş sanki…
Empati duygusundan yoksun kitle
Lakin Gary Neville’ın karşısında bütün bu süreçleri dürüstçe anlatarak içini boşaltıp gözyaşlarını dökerken biz izleyicilere de benzer ruh durumunu yaşatan Britanyalı oyuncu, anlaşılan ne yaşadığı travmalardan zihnini ve ruhunu kurtarabilmiş, izlerini yok edebilmiş ne de sınıf atlama meselesinin üstesinden gelebilmiş gibi görünmüyor. Ki sanırım doğal olanı da bu; onca yaşanmışlığı ne kadar görmezden gelebilir, ne kadar yok sayabilirsiniz?
Dele Alli’nin öyküsünü bu coğrafyadan bakan ve birkaç ay önce bu ülkenin sahalarında top koşturduğunu bilen biri olarak elbette ben onun anlattıklarına farklı bir ruh durumu ve kaygıyla kulak verdim. Sonrasında bu haberin sosyal medyadaki yansımalarına göz atayım dedim ve paylaşılan haberlerin altındaki yorumlara baktım. Aslında şaşırtıcı bir yan yoktu ama yine de gördüklerimden kendim adına, insanlık adına utandım diyebilirim. Futbolcunun yaşadıklarına ilişkin görüş bildirenlerden bazıları en basit bir empati duygusundan yoksun bir biçimde, “Düşene bir tekme de benden” anlayışıyla o ulvi düşüncelerini paylaşmışlar. “Zaten oynadığı futboldan belliydi”, “Böyle bir durumda olmasa burada ne işi vardı?”, “Zengin olmuşsun, paran var var, git yaşa, ne sızlanıyorsun?” gibi…
Meseleye bu türden yaklaşanlar kadar Dele Alli’yi anlamaya, öyküsüne kulak kabartmaya çalışanlar da vardı elbet ama benim gözüme daha çok insanlıktan nasibini almamışların yorumu çarptı. Geçmişte bu türden yorumlar bir ya da iki olurdu ama şimdilerde sanki bu tür psikolojiye ve yaklaşımlara sahip olanlar ciddi bir kitleye ulaşıyor. Burada “Eskiden her şey ne güzeldi, insanlar ne saygılıydı, hep bir mesafe, hem bir incelik vardı” türünden romantizme soyunmak istemiyorum ama genel olarak geçmişte daha ince bir toplumsal yapımız olduğu da gerçek sanki. Ayrıca o dönemlerde sosyal medyanın olmadığı ve aramızdaki kötülerin kendi sayılarının az olduğunu varsaydıkları kanısıyla ortaya dökülmediklerini, toplumsal tepkiden çekindiklerini ve bütün o nefretlerini içlerinde yaşadıklarını iddia etmek de mümkün tabii ki.
Burada sığınacak bir liman bulamadı mı?
Öte yandan ‘Dele Alli olayı’nın şöyle bir yanı da olabilir mi diye zihin jimnastiğine soyunayım diyorum. Elbette yaşadığı Britanya toplumunda bütün bu acılarını daha önce kimseyle paylaşmamış ve nihayetinde belki de canına tak ettiği için Gary Neville’a içini dökmüş bir profil de olabilir karşımızdaki. Ama insan şunu da düşünmeden edemiyor; keşke Beşiktaş serüveninde de onun bu gidişatını çözebilecek ya da sığınılabilecek bir liman olsaydı. Tabii ki bu durum için sorumlu aramak hem nafile hem mantıksız hem de doğruluk payı içermeyen bir durum. Ama özellikle kariyerinde düşüşe geçen, kimi sorunlarla boğuşan bu türdeki oyunculara dokunuşuyla yeni bir ışık, hayat kaynağı ve umut olmuş Şenol Güneş, acaba Dele Alli’ye de özel bir terapi uygulayabilir, “Otur evladım, nedir derdin anlat” diyebilir miydi? Ya da dedi de sonuç alamadı, onunla aynı frekansa gelemedi, Dele Alli kendisine burada uzatılan eli boş mu çevirdi? Bunları Bilemiyoruz tabii ki.
Sınırları belli…
Sonuç olarak futbolun tüm ‘profesyonel’ yapısına, tüm ekonomik dinamiklerine karşın sahne alan o gencecik aktörler nihayetinde insanlar ve içlerinde bin bir acı, bin bir travma barındırıyor olabilirler. Dele Alli bu durumun somut bir örneği olarak kendini adeta ‘deşifre’ etti. Olmayacak bir duaya amin demek boşuna ama ben yine de kendi adıma şöyle ‘naifçe’ bir temennide bulunayım: “O her şeyi beklediğiniz oyunun kahramanlarının da günün sonunda hepimiz gibi etten kemikten birer varlık olduğunu, ancak belli sınırlara ulaşabileceklerini unutmayın”…