IŞİD şüphelisi: ABD’ye geçmeleri için 50’ye yakın kişiyi Meksika’ya gönderdim
Kayıt kürek işlerini hiç sevmedim. Özellikle bu işleri yapmak zorundaysam ve nasıl yapılacağı konusunda bir fikrim yoksa. Ancak iki günlük Enez yolculuğunda veraset ve intikalle ilgili olanları öğrendim.
Yılın son günleri yaklaştı ve iş dünyası yıl kapanmış gibi davranmaya başlamıştır. Yönetim kurulları bitmiş ya da bitmek üzeredir. Elbette, ‘seneye daha iyisini yaparsınız, sizin daha iyisini yapacağınızı biliyoruz ve güveniyoruz’ temennisiyle, sene kapanışları ve gelecek yıl rakamları 2-3 aylığına mühürlenmiş ve onaylanmıştır.
Bina ve kat girişlerine geçen yılın performansına bağlı olarak değişen, farklı boyutlardaki plastik çam ağaçları ve ışıkları konmuştur. Hatta mini ağaçların altına çekilişte çıkan kişiler için alınmış hediyeler de bırakılmıştır.
Yıl onu maaş artışı ve primlerin ne olacağı ve daha da önemlisi ne zaman ödeneceği konuları bolca konuşulmaktadır. Yılın sadece bu döneminde popüler olan kişiler ise, artış rakamlarına en hâkim olan insan kaynakları ekipleridir. Bu dönem, kendilerini en iyi hissettikleri dönemdir. Tüm ofis rakamları öğrenmek için masalarına gelir ve kahve ısmarlamaya çalışır. Yine dönemin popüler insanları en çok hediye paketi gelen satın alma çalışanlarıdır. C level da bu dönemde hediyelerden nasibini alır. En değerli hediye yılbaşı akşamı tüketilebilecek cam ambalajlı ürünlerdir. Çünkü cam oldukça pahalıdır ve para vermeden masaya getirmek iyi bir yetenektir.
Yılbaşı eğlence organizasyonları, aile buluşmaları veya şehir dışı kaçamak planları ayarlanmıştır. Hindiler ısmarlanmış, mezelere karar verilmiştir. Gelir ve tasarruf durumuna göre memlekete aile yanına ya da Kaz Dağları’nda şefli bir butik otele hatta Alp’lerde bir şale kiralamaya kadar uzanan bol seçenekler yaratmak mümkün.
İş dünyasında yılın son on beş günü tüm dünyada buna benzerdir. Hatta Avrupa ve Amerika’da, bize göre süreç daha uzun bir dönemi kapsar ve izinlere çıkılmış, uçaklara atlanmıştır. Bizim Moskova’da çalıştığımız dönemde Aralık ikinci yarı ve Ocak ilk 10 gün çok çalışan göremezdik ofislerde. Nerdeyse yirmi, yirmi beş gün çalışanlar ortadan kaybolurdu. Genelde Asya ve Mısır’daki sıcak sulara doğru bir göç olurdu. Ocak ortası yanık suratlı arkadaşları ofiste görmek çok doğaldı. Biz bile onlara benzeyip 2-3 kez yılbaşı tatilimizi, ailelerimizi İstanbul’dan getirip Antalya’daki otellerde nispeten daha ılık bir havada geçirmiştik.
Yine yılın bu dönemi, kendimizle bir kahve içip, kişisel yıl değerlendirmemizi yaptığımız, gelecek yıl için de hedeflerimizi belirlediğimiz dönemdir. Uzun yıllar aynı kurum ve aynı kişilerle çalışıyorsanız çok da büyük değişiklikler beklemenize gerek yoktur. Bir değişiklik olacaksa en az bir yıl konuşulur siz de bir şekilde zaten duyarsınız. Dolayısıyla kendinizle ilgili büyük planlara girmeye çok gerek yoktur. Onlar zaten sizin için bir planlarınızı yaparlar. Siz de memnunsanız zaten işin çoğu çözülmüş demektir. Ama heyecanlı ve kendi planınızı kendiniz yapmayı seviyorsanız o zaman biraz çalışmak gerekiyor. Bunun içinde bana göre yılın son ayını beklemeye gerek yok. Kişisel planlarınız zaten yaşayan dokümanlardır, sürekli ekleme çıkarma yapmalı ve değişen planlara, çıkan fırsatlara adapte olabilmelisiniz.
Kurumsaldayken her sene benzer bir Aralık ayı geçirirken, bu sene benim için biraz daha farklı bir Aralık oluyor. Özellikle daha uzun anlatacağım aşağıdaki bölümlerde kendimi, Nuri Bilge Ceylan filmlerinin çekimlerinde hissettiğim anlar bile olduu.
Ayın başında Londra’ya uçarak hem kızlarımızı gördük, hem de KODA ( Köy Okulları Değişim Ağı) için ekiple beraber toplantılar yaptık. Amacımız, KODA’nın hem görünürlüğünü artırmak hem de faaliyetlerini büyütebilmek için kaynak yaratma konusunda buluşmalar gerçekleştirmekti. KODA’dan iki eş direktör, ve biz iki yönetim kurulu üyesi olarak, Londra’da kurumsalda hayatlarına devam edenler, kendi işlerini kuranlar ve girişimlerini satarak orada hayatlarına devam eden dostlarla buluştuk. Çok güzel toplantılar yaptık ve mutlu döndük.
Yaptırdığım son check-up kontrolü sonrası bu sefer doktorun dozajı artan tehditleri sonrasında çok sevdiğim ama çok da zararlı olan bir alışkanlığıma veda ettim. İyi gidiyor ve alışmaya başladım.
Yine girişimci gençlerle görüşmelerim oradan da devam etti, yıllar önce tanıştığım genç bir girişimcinin Amerika’ya gidiş ve işini büyütme hikayesini dinledim. Genwise’ın yılın son kampının iş planlarını dinlediğimiz ve mezunları alkışladığımız bir buluşmayı tamamladık. Genwise’ın ilk yurtdışı kampını yapma çalışmaları büyüyen bir ekiple hızla devam etti. Arada yine yurtdışından organizasyon ve yapılanma konuştuğum bir şirketle toplantılarımı yaptım.
Hastalandım, yatağa düştüm ve maalesef haftalardır beklediğim ve moderatörlük yapmayı çok istediğim sevgili Ahu Büyükkuşoğlu Serter’in FarkLabs’te ev sahipliği yaptığı ‘Daha iyi bir gelecek! Peki nasıl?’ etkinliğine ve Girişimci Kurumlar Platformu ve Fast Company işbirliğinde verilen ödül törenine katılamadım.
Ama belki de en farklı deneyimim sabah 04.30’da Kadıköy’den yola çıkarak Enez’e gittiğim 2 günlük yol hikâyesi oldu.
Kayıt kürek işlerini hiç sevmedim. Özellikle bu işleri yapmak zorundaysam ve nasıl yapılacağı konusunda bir fikrim yoksa. Zaten hiç ilgi alanıma girmedi.
Babamın en sevdiği seyahatler, arkadaşları ile Enez ilçesindeki Gülçavuş ve Sultaniçe köyüne yaptığı kısa 2-3 günlük gezilerdi. Sanırım bu seyahatler 80’li yıllarda Eyüp’ten dükkan komşusu olan şekerci Ahmet Abi’nin Gülçavuş köyüne yerleşmesiyle başladı. Sonrasında bizde bir çadırı otobüse yükleyip ilk çadır seyahatimize Enez kıyılarındaki Ege sahillerinde çıkmış olduk.
İşte bu tanışıklıklar yıllar içinde büyüdü, babam köyün muhtarı, kahvecisi ve diğer eşrafıyla ilişkilerini geliştirdi. Köy artık babamın köyü gibi olmuştu. Köyden İstanbul’a gelenler bize uğrar, babam da her yıl onları ziyarete giderdi.
Zamanla babam ve yakın arkadaşları bölgenin misafirperverliğini ve doğasını keşfettikçe daha sık gelip gitmeye hatta köyden tarla almaya başlamışlar. Dolayısıyla babamın köy çevresinde ve yakın köyde bir miktar arazisi olmuş. Biriktirdiği parayı arsa ve tarla alarak değerlendirmiş. Buraya kadar her şey normal olabilir, normal olmayan kısmı babam ve arkadaşlarının köye kim gittiyse satışı ve tapuyu onun adına yapmaları. Yani aslında babamın üzerine olan tapuda babamın payı yüzde yirmi beşken, babamın arkadaşının adına olan bir tapunun yarısı, babamın hakkı gibi.
İşte babamın son dönemlerinde sıkça dert ettiği tarla tapularını, yılsonu gelmeden üstümüze geçirmek ve işlemi tamamlayıp bitirmek için yollara düştük. Önce noterden vekaletnameleri aldık, babamın en sevdiği ve güvendiği, en büyük yol arkadaşı Fikret Abi ile Enez’e doğru sabah yola çıktık. 4 saat yol yapacağız. Geceden tüm evrakları kontrol ettim, Fikret Abi babamın 40 yıllık arkadaşı tüm arkadaşları gibi kendinden yirmi yaş genç. Ben de yıllardır tanırım bilirim. Babamın dükkanının aynı zamanda muhasebecisiydi.
Gaziosmanpaşa’dan sabah 5’te elinde sıcak poğaçaları ile arabaya bindi. Tekirdağ’a yaklaşırken eskiden yolda babanla uğradığımız çok güzel çorbacılar vardı. Hiç biri kalmadı, sadece Tekirdağ merkezdeki kalmış galiba dedi. Abi istersen girelim dedim, hemen varış zamanını kontrol ettim, yarım saat oyalansak bile dokuzda varıyoruz. Tek hedefim o gün işlemleri bitirip akşam evde uyumak. Yoldan çıkıp Tekirdağ merkezdeki çorbacıya varıyoruz, saat sabahın 7’si. İki kadın işletiyor, biri siparişi alıyor, diğeri ekmekleri getiriyor ve masaları siliyor. İşkembe çorbalarımızı mideye indirip yola çıkıyoruz.
Saat tam dokuzda tapuya giriyoruz, 3 belge lazım hepsi yanımda. Akşamdan randevu da almışız, bizden başka kimse olmamasına rağmen randevu kontrol ediliyor. Ve sihirli cümleyi duyuyoruz, maalesef bu belge aslı değil. Aslı olmadan işlemi yapamam. Kadın bana dönüp, İstanbul’a ne zaman gidip aslını getirirsin? diye soruyor. Geleli beş dakika oldu başka yolu olabilir mi diye soruyorum? Karşıda noter var, oradan aslı gibidir yazısı alırsan işleme koyarız diyor. 3 dakika önce nerdeyse İstanbul’a gidiyorduk, neden çözüm sunmadan, garip önerilerle geliyorlar acaba? diye düşünüyorum. Harika deyip karşı binadaki noter binasına yürüyoruz ve birinci kattaki zile basıyoruz. Kapı duvar, yanımdaki bir arkadaş noterde çalışan kızı tanıyor ve telefonla arıyor. Saat 10’a doğru görevli geliyor ve geç kaldığı için özür diliyor.
Belgeye bakıyor ve maalesef biz buna onay veremeyiz, sadece noter imzalayabilir diyor. Zaten noterdeyiz diyorum, imzalasın gidelim. Ama noter bey İstanbul’da diyor. Enez noteri neden İstanbul’da olsun, baş katibi ya da imza yetkisi yok mudur? diye soruyoruz, maalesef bu tür belgeler için bize vekalet vermedi diyor. Ama bir yolu daha var ve üstelik daha ucuza diyor. Adliyeye gidip başvurursanız hakim imzasıyla aslı gibidir onayı alabilirsiniz diyor. Aklım yatmasa da adliyeye doğru koşarak ilerliyoruz ve gerçekten birbirlerine sorup evet bundan yaptık daha önce diye konuşup beni yazıcıya yolluyorlar, az bir para verip imza atıyorum ve koridorda beklemeye başlıyoruz.
Her şey o kadar yavaş, o kadar farklı ki aklımdan iş dünyasının yılbaşı hazırlıkları geçiyor.
Bir süre geçtikten sonra kalkıp bitti mi diye soruyorum, imza için hakim bekliyoruz diyorlar. Bir müddet sonra hakim geliyor, imzayı alıp bu sefer üst kattaki tapu dairesine çıkıyoruz.
Belgeleri veriyoruz, size bir mesaj gelecek, oradaki hesaba harcı yatırıp gelin diyorlar. Bizde aradaki boşlukları Enez merkezdeki kale kalıntılarını ve eski mahalleleri dolaşarak geçiriyoruz. Öğle yemeğimizi esnaf lokantasında yiyoruz. Bol yağlı tas kebap (Enez’li abi, etli patates o dedi) ve pilav üstü kurumuzu bitirip mesaj beklemeye başlıyoruz. Her bina birbirine 5 dakika uzaklıkta olduğu için geç kalma veya trafiğe takılma derdi olmayan bir konumdayız, hala akşama bitiririz umudumuzu koruyoruz.
Belediye’ye gidiyoruz, emsal değerleri almamız gerekiyormuş. On beş gün önce almıştık zaten, ne değişti diye soruyoruz. Tapu el değiştirdi yenilenmesi lazım, harç ödemeniz lazım diyorlar. Peki diyoruz ne kadar. Görevli memur ablasının çocuğunu okula almaya gideceğini yarım saat olmayacağını, geldikten sonra rakamları vereceğini bana ve tüm bekleyen misafirlerine yüksek sesle aktarıyor. Sanki komşuluğa gitmişiz ve çay ikram etmesini bekliyoruz gibi bir durum. Elbette diyoruz, peki yapacak başka arkadaşınız yok mu? Yok, bu arkadaş yeni başladı işleri bilmiyor, bilen arkadaş da izinde. Sen niye o zaman okula ablanın çocuğunu okula almaya gidiyorsun diye sormuyoruz. Bölge geleneği herhalde diye düşünüp, saygı duyuyoruz.
Olmuyor, bitiremiyoruz. Başka işlemler de eklenince işler uzuyor ve akşam Enez’de kalacağımız belli oluyor. Sabahtan sırt çantama pijama ve t-shirt atmıştım. Meydandaki tek otele gidiyoruz, geçen seferden tanıdığımız kadın görevliden iki oda istiyoruz, akşam geleceğimizi söyleyip karnımızı doyurmak için 10 dakika uzaklıktaki Sultaniçe köyüne doğru yola çıkıyoruz. Akşam yemekten gelince görevli iki arkadaş bizim kaydımız olmadığını söylese de ikna edip üst kattaki odalarımıza çıkabiliyoruz.
Yolda Fikret Abi babamın iyi dostu olan eski muhtara uğrayıp uğramak istemediğimi soruyor. Arabayı ilk önce onun köyüne sürüyorum. Çocukluğumda bir iki kez uğrayıp yemeklerini yediğimiz evi tanıyorum. Kapıyı çalıyoruz, kapıda sohbet ediyoruz, eski günleri anıyoruz. Vedalaşıp ayrılıyoruz.
Sultaniçe köyüne geçiyoruz, arabayı park ediyorum. Yıllar yıllar önce çadır kurduğumuz köyün merkezindeyiz. Meydanda iki üç tıka basa dolu kahve, 3 market 2 veya 2 tane de restaurant var. Gece ayrılırken bile ortalık cıvıl cıvıldı. Restauranta giriyoruz, saat daha erken, masalar boş. En arkada bir masaya yerleşiyoruz, babamın oradan arkadaşları da katılıyor bize. Genelde benim yaşlardalar. Girişte açık bir mangal var, dolapta çok meze görmedim. Bolca taze salata malzemesi görüyorum. Duvarlarda güzel meze ve rakı görselleri var. Oldukça büyük bir mekan en az 15 masa var. İlk olarak bir kadın, iki erkek gelerek salata, et ve kola ısmarlıyorlar. Duvarları inceliyorum. One Direction adlı İngiliz Rock grubunun posteri Atatürk posterinin yanında. Gülümsüyorum, meyhanede bir İngiliz görse şaşırır diyorum. Telefonum çalıyor, İngiliz arkadaşım Jos. Türkiye’de danışmanlık vereceği bir teklifi konuşmak için zamanım olup olmadığını soruyor. Uzun sürer biliyorum ama yarın da yolda olacağız, sor bakalım diyorum. Yaklaşık 1 saat boyunca telefonda Jos’la köşede konuşuyorum. Bu arada etler, mezeler gelmeye başlıyor. Jos anlatırken ben etleri soğutmamaya çalışıyorum. Hayatımın en güzel etlerini yemiş olabilirim. Pirzolanın tadını sanırım hayatım boyunca unutamayacağım. Jos’a One direction’ın posterinin fotografını yolluyorum. Masalar sekize doğru dolmaya başlıyor. Nerdeyse her masa dolu, çoğunda meze ve farklı içkiler var. Son derece medeni, televizyonda Tatlıses TV açık ama ses yok. Ara sıra tanımadığım şarkıcılar ve Tatlıses’i görüyorum. Masaya benim yaşlarda bir bey yaklaşıyor, İngilizce konuştuğumu duymuş, soru sormak istemiş. Elbette diyorum, kızı Bodrum’da turizm sektöründe 4 yıldır çalışıyormuş ama İngilizce öğrenmek için hangi ülkeye gitsin onu sormak istemiş. Kız olduğu için tam da emin olamamış. Bildiğim bir kaç dil okulu ve şehir ismi yazıyorum telefonuna. Hiç korkma, çok da iyi yapar diyorum.
Köydeyiz, meyhanedeyiz ve babamın köylü dostlarıyla sohbetteyiz. Uzun yıllardır yaşadığım en sürreal iki gün olabilir. Babamın arkadaşları ile oturmak, sohbet etmek, onunla ilgili anıları dinlemek çok iyi geliyor. Nerdeyse notere ve işleri geciktiren memurlara teşekkür edeceğim.
Sabah 8.30 da meydandaki pastaneden cep telefonumuza gelecek mesajı beklerken, börek, poğaça yerine zeytin, peynir, omlet gibi kahvaltılar var mı? diye soruyoruz. Yok diyor pastaneci, oysa tezgahta bir yumurta sepeti görüyoruz. Çiğ olarak satıyormuş, pişirme hizmeti yok. Dolapta uçaklarda verilen boyda tereyağ, krem peynir ambalajları görüyoruz. Simitin yanına onlardan istiyoruz. Merkeze iniyorum, balıkçılar gelmiş arabalarının bagajında denizden tutulmuş günlük balıklar var. Enez yılan balığı ile ünlü, sanırım İstanbul’da görüp eve almışlığım yoktu. Kaça diyorum, kilosu 450 Tl diyor. Nasıl ayıklanır ve pişirilir diye soruyorum, ben derisini ayıklar parçalara bölerim, en iyi mangalda olur diyor. Daha yolda ekşi mayalı ekmek, beyaz peynir ve kabak alacağız.
21 Kasım 2024 - Risk al, duvara tosla ve Deli Dumrul ol
18 Kasım 2024 - Sana mı kaldı? Üstüne vazife olmayan işlere girme
14 Kasım 2024 - Kurumsal dünyadan yeni dünyaya geçiş atlasım
11 Kasım 2024 - Otostopçunun Galaksi Rehberi: En son ne zaman ilk defa yeni bir şey yaptın?
Tuğrul Ağırbaş Kimdir?
30 yılı aşkın süre ile Türkiye, Rusya ve CIS ülkelerinde FMCG alanında değişik görevler alan Tuğrul Ağırbaş, son 20 yıldır Efes’in global marka olma, satınalma ve birleşme projeleri ve yeni pazarlara giriş işlerini yürüten ekipte, büyüme odaklı projelere liderlik yapmıştır.
Pertevniyal Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu olan Tuğrul Ağırbaş öğrenim hayatı boyunca Kapalıçarşı’da değişik alanlarda çalışarak, ticareti ve tüketici davranışlarını öğrenme şansına sahip oldu.
İş hayatına 1990 yılına Anadolu Efes’te Pazarlama uzmanı olarak başlayan Ağırbaş, sırasıyla Proje Geliştirme, Satış ve Pazarlama’da görev aldıktan sonra, son olarak da değişik ülkelerde 16 yıl boyunca Genel Müdürlük görevlerini sürdürdü.
Anadolu Efes’in Rusya operayonunu 10 yıl boyunca yönetti ve dünyanın en büyük bira pazarlarından biri olan Rusya’da satınalma ve birleşmelerle firma pazar payını ikinciliğe taşıyan ekibe liderlik yaptı. Türkiye,Rusya ve çalıştığı diğer ülkelerde büyüme odağıyla çok sayıda yeniliği ve markayı tüketicisiyle buluşturdu.
Efes Türkiye Genel Müdürlük görevini yürüttüğü dönemde ise, marka ve kurumun topluma katkısını büyütme amaçlı, pazarı büyütmeye yönelik, bira kültürü oluşturma ve inovasyon, kültür, sanat, turizm ve spor alanında çok sayıda projeye öncülük etmiş ve tüm paydaşlara katkı sağlayan stratejileri hayata geçirmiştir.
İnovasyon ve yeni ürünlerin hem hızını artırma hem de etkisini büyütme amaçlı, inovasyon ve kurum içi girişimcilik çalışmalarını yapılandırarak ve ekosistemdeki çok sayıda girişimle işbirliği kurarak, Efes’in Start-Up dostu şirket olması yönünde çalışmalara öncülük etmiştir.
Halen çalışmalarını yurtiçi ve yurtdışı şirket ve girişimlere danışmanlık ve üst düzey yöneticilere koçluk yaparak sürdürmekte olan Ağırbaş, Türkiye’de kurumsal şirketlerin, girişimci kurumlara dönüşmesi vizyonu ile 2018’de kurulan ‘ Girişimci Kurumlar Platformu’nun danışma kurulu üyesi ve başkanıdır.
2022 sonunda, ortağı Zeynep Kurmuş ile birlikte, 40+ yaş ve kurumsal deneyimi olanlar için, birikmiş deneyim ve tecrübelerin yeni işlere ve girişimlere dönüşmesini sağlayan, üretim ve paketleme kampı Genwise girişimini hayata geçirmiştir.
Köylerde, çocuktan başlayarak tüm topluma yayılacak yenilikçi bir eğitim anlayışını hayata geçirmek için 2016’da kurulan Köy Okulları Değişim Ağı- KODA’nın yönetim kurulunda görev almaktadır.