Ekonomik ve psikolojik çöküntünün artan boyutu
Sağlık harcamalarının milli gelire oranı yüzde 4,3'e düşen Türkiye 38 OECD ülkesi arasında sondan üçüncü sıraya yerleşirken, Sağlık Bakanlığı bütçesinin yüzde 11,4'ünü yutan şehir hastaneleri ise adeta bir kara delik haline geldi.
Son günlerde çevremizden sağlıkla ilgili çok haber geliyor. Yoğun bakımda günlüğü 10 bin, ameliyatta 50 bin liradan başlayan fiyatlar, özel-devlet tercihi zorlaması nedeniyle devlet hastanelerinde ameliyat yapacak doktor bulunması konusunda artan sıkıntılar, tıbbi malzeme ve teçhizat ihaleleri durduğu için yapılamayan ameliyatlar…
Oysa çevremize baktığımızda birçok eski devlet hastanesinin yıkılarak yerine modern görünümlü şehir hastaneleri yapıldığını görüyoruz. Sadece bu gelişmenin bile bizi sağlık hizmetlerine erişim konusunda bizi diğer ülkelerin önüne koyması gerekmez mi?
İşte burada bizi dünya ülkeleriyle kıyaslayacak verilere gereksinim duyuyoruz. Bu konudaki en yeni veriler, kasım ayında Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından yayınlanan Bir Bakışta Sağlık 2023 Raporu’nda (Health at a Glance 2023) yer alıyor. Raporda her ne kadar Türkiye sağlık hizmetlerine erişimde en kötü ülkeler arasında bulunmasa da, diğer kıyaslamalı veriler pek de iç açıcı değil. Hatta bazı veriler sağlık sistemindeki çöküşü gözler önüne seriyor.
Örneğin, 38 OECD ülkesinin sağlık harcamalarının gayri safi yurtiçi hasılaya oranı 9.2. Türkiye ise yüzde 4.3’le sondan üçüncü sırada bulunuyor. Kişi başına düşen sağlık harcamalarında da çok iyi durumda değiliz. OECD ülkelerinin ortalaması 4 bin 986 dolarken, Türkiye ise 1,827 dolarla yine sıralamada en alt sıralarda yer alıyor. OECD ülkelerindeki doktor sayısı 2001’de yaklaşık 2,9 milyondan 2011’de 3,5 milyona ve 2021’de 4,3 milyona çıkarken, ortalama olarak 1.000 kişi başına düşen doktor sayısı 2011’de 3,2’den 2021’de 3,7’ye yükseldi. Norveç, Avusturya, Portekiz ve Yunanistan’da 1.000 kişi başına 5’in üzerinde seyreden OECD üyesi ülkelerdeki doktor sayısı Türkiye, Kolombiya ve Meksika’da 1.000 kişi başına 2,5 veya daha az olarak karşımıza çıkıyor. Hastane yatağı konusunda ise Türkiye birçok ülkeye fark atmış durumda. Büyük olasılıkla şehir hastanelerinin de katkısıyla Türkiye’de bin kişiye düşen yatak sayısı 2021 yılında yüzde 15 artmış görünüyor.
Türkiye ortalama yaşam süresinde ise OECD ülkeleri arasında çok iyi bir durumda değil. 78.6 yıllık ortalama yaşam süresi ile OECD ülkeleri içerisinde doğuştan beklenen yaşam süresinin en düşük olduğu 10 ülke arasında bulunuyor. OECD ortalaması ise 80.3 yıl.
Peki bunca şehir hastanesinin sağlık hizmetlerinin gelişimine hiç mi katkısı olmadı? Bu konuda en çok araştırma yapan sendikaların başında gelen Genel Sağlık-İş Sendikası’nın Başkanı Derya Uğur’a soruyoruz. Pandemi ve deprem felaketlerinin koruyucu sağlık hizmetinin önemini daha net ortaya çıkardığına dikkat çeken Uğur, buna rağmen Sağlık Bakanlığı’nın bütçesinin büyük kısmının şehir hastanelerinin kirasını ödemek için kullanıldığına dikkat çekiyor: “Sağlık Bakanlığı’nın 2024 yılı bütçesinin yüzde 11.4’ünün şehir hastanelerine ayrıldığı bilinirken bu hastanelerin hizmet bedelinde yüzde 38, kira bedelinde ise yüzde 108 artış yapıldı. Bakanlığın öncelikli görevi yurttaşı tedavi etmek değil yurttaşını hastalanmadan önce korumaktır. Zaten artan enflasyon nedeniyle yeterli ve sağlıklı beslenemeyen yurttaş koruyucu sağlık hizmetlerine de ulaşmakta güçlük çekiyor. Siyasi iktidarın uyguladığı yanlış sağlık politikalarının bedelini yurttaş canı ile ödüyor. Siyasi iktidar sağlığı ticarileştirmekten acilen vazgeçmeli ulusal kamucu halkçı sağlık politikalarını bir an önce hayata geçirmelidir. Kamucu sağlık politikaları geliştirilemediği müddetçe sağlık hizmetlerine erişimdeki güçlükler kaldırılamayacak, koruyucu sağlık hizmetleri de geliştirilemeyecek.”
OECD raporunda da vurgulandığı gibi, Türkiye’de kişi başına düşen doktor sayısının her geçen gün azaldığını vurgulayan Uğur, “Sağlık hizmeti veren kurum ve kuruluşlarımızda yoğun çalışma saatleri ve koşulları, malzeme yoklukları, çalışanlarını hedef gösteren açıklamaların sonucunda sağlıkta sık yaşanan şiddet olayları, emeğin karşılığı olmayan maaşlar, itibarsızlaştırılmış bir yüce meslek liyakatsiz atanan yöneticilerin baskı ve mobbingleri sonucunda artık sağlık emekçileri ya istifa ediyor ya emekli oluyor ya da birçoğu da yurtdışına gidiyor” diyor.
İktidarın 12. Kalkınma Planı’nda yer alan Sağlık Bakanlığı verilerinde 2022 yılında aile hekimliği birimi başına düşen nüfusun 3 bin 64, 2023 tahmininin ise 3 bin 40 olarak açıklandığını belirten Uğur, “Ancak hedefler, bir önceki kalkınma planının uzağında kaldı. 2028 yılı beklentisi ise 2 bin 700 olarak açıklanırken bir önceki planda bahsedilen 2023 tahmini rakamı 2028’e uyarlandı ve yine hedefler tutmadı. Öyle görünüyor ki, aile sağlığı merkezlerinde çalışanlar yine yoğun iş yükü altında ezdirilmeye devam edecek” diye konuşuyor.
İktidarın Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapatarak tarihi bir hataya daha imza attığını belirten Uğur, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Covid-19 döneminde uluslararası boyutta geçerliliği olacak bir aşı üretebilecek iken bugün aşı ithal eden ilaçlar ve tıbbi teknolojik malzemelerde olduğu gibi aşıda da dışa bağımlı bir ülke haline getirildi. Şehir Hastanelerinin açılması ile şehir merkezlerinde kapatılan birçok hastane gibi Hıfzıssıhha Enstitüsü de rant kapılarının kurbanı haline getirildi.”