Özgür Özel miting alanından seslendi: Geçim olmazsa seçim olur
Geçen yıl yüzde 25-30 bandındaki politika faizini mükemmel görenler “Yüzde 50 kesmez, 60 olsun” türküsüne başladı. Merkez Bankası ek faiz artırımı yapabilir. Ancak faiz artışlarının da yetmeyeceği noktaya vardıysak ülke olarak işimiz zor demektir.
23 Haziran 2023’te yayınlanan “Faiz kararıyla Türkiye kedinin kuyruğunu kovalaması sarmalına girdi” başlıklı yazımda Merkez Bankası’nın uzun bir aradan sonra yaptığı ilk faiz artırımına ve bu karar etrafında dönen tartışmalara odaklanmıştım. Yazının ana fikri gerçek bir ekonomik program ve bu programı uygulayabilecek güçlü kadroların yokluğunda yapılan sınırlı faiz artırımının enflasyonu daha da artıracağı, Merkez Bankası’nın sonraki aylarda peşinden koşup enflasyona yetişmeye çalışacağıydı. Bunu kedinin kuyruğunu yakalama çabasına benzetiyordum.
Enflasyonun kontrolden çıktığı, beklentilerin tamamen bozulduğu, rezervlerin tüketildiği ve refah kaybının tarihi büyük boyutlara ulaştığı bir noktada para politikası ilk acil müdahale alanı olmalıydı; öyle de olmuştu. Merkez Bankası dezenflasyon için yol haritasını ortaya koyup tepki fonksiyonunu, yani olası gelişmelere nasıl cevap vereceğini net biçimde paylaşsa hava toptan değişecekti belki de. Ancak bu bir türlü yapılamadı. Sözünü ettiğim yazımda da değindiğim kademeli faiz artırımı yaklaşımı algıyı bozdu. Geçmiş yılların kötü tecrübelerinin de etkisiyle Merkez Bankası’nın hâlâ siyasi kısıtlarla sınırlı olduğunu düşünenlerin sayısı giderek arttı. Körfez ülkeleri başta olmak üzere yurtdışından yabancı yatırımcı çekmek için gösterilen yoğun çaba, asıl amacın dış kaynak yoluyla faizleri olabildiğince aşağıda tutmak olduğu izlenimini diri tuttu.
Merkez Bankası’nın kendi iletişimiyle çelişen adımlar atması ve özellikle tekrar rezerv satışlarına başlanmasına rağmen bu konuda iletişim yapılmaması güvene vurulan bir başka darbe oldu. Seçim öncesi dönemin olağanüstü önlemlerinden bazıları kaldırılırken bazılarına dokunulmadığı dikkat çekiyordu.
En önemlisi, para politikasının sorunları çözmeye yetmeyeceği, sadece sorunların çözümü için bir fırsat penceresi açacağı gerçeği unutulmuş gibiydi. Bakan Mehmet Şimşek’in açıklamalarının, tweet’lerinin hemen tamamı para politikası adımlarıyla ilgiliydi.
Bir ara Merkez Bankası cephesindeki sorunlarda eski Başkan Hafize Gaye Erkan’ın etkili olabileceği tartışılmaya başlandı ve bu süreç başkan değişimi ile neticelendi. Ama sonrasında hiçbir şey değişmedi, Erkan dönemi uygulamalarının devam ettiği görüldü. Faizle ilgili siyasi kısıtların hakim olduğu algısı aynen devam etti. Nebati-Kavcıoğlu (ve daha önce Uysal) döneminin arka kapı yolları, rezerv satışı dahil sürdürüldü. Rezervler Nebati-Kavcıoğlu’nun bıraktığı noktaya dönmeye başladı.
İletişim ve uygulama tutarsızlıkları da aynen sürdü. JPMorgan’ın bu ay 500 baz puan faiz artırımı yapılacağı yönündeki öngörüsünün hemen ardından 5 Mart’ta açıklama yapan Şimşek Merkez Bankası’nın sıkılaşmanın yeterli olduğunu düşündüğünü söyledi. Tam da o akşam Merkez Bankası’ndan yeni sıkılaşma adımları geldi. Bu karışık sinyaller döviz ve altına talebi tetikledi. Rezerv satışları devam ederken Albayrak ve Nebati dönemlerinin alamet-i farikası olarak bilinen Merkez Bankası’nın bankaları arayıp talimat verme ve döviz işlemlerini kısıtlama uygulaması tekrar başladı.
Gelinen noktada dejavu yaşadığımız açık. Bundan sonrası için ne beklenebilir? Özellikle yabancı yatırımcıların beklentisi kallavi faiz artırımlarıyla yola devam edilmesi yönünde. Geçen yıl yüzde 25-30 bandındaki politika faizini mükemmel görenler şimdi “Yüzde 50 kesmez, yüzde 60 olsun” türküsüne başladı. Merkez Bankası acil müdahale ihtiyacı hissiyle gerçekten de ek faiz artırımı yapabilir. Ancak eğer faiz artışlarının da yetmeyeceği noktaya vardıysak ülke olarak işimiz zor demektir. Kastım şu: Mali politikalarla ve kamuda tasarrufla desteklenmeyen, tüm hesaplarını küresel tarafta gevşeme (Fed ve diğer merkez bankalarının yapacağı faiz indirimleri) ile içeride enflasyonda baz etkisine bağlayan, para politikasında hâlâ tutarlı bir çerçeve ve yol haritası oluşturmamış, uygulanan politikaların tüm maliyetini alt-orta gelir gruplarının üstüne yıkan ekonomi yönetimi anlayışı devam ederse iktisadi aktörlerinin güvenini tesis etmek mümkün olmaz. Baz etkisi de hafiflediğinde düşen talebe rağmen tekrar yükselişe geçen bir enflasyon trendiyle karşı karşıya kalabiliriz. Arada çok şiddetli olmasa da kurlarda yaşanacak yukarı yönlü hareketler TL cinsi yatırımların cazibesini törpülemeye devam eder.
Para politikası sorunları çözmeye yetmez demiştik. Şunu da belki eklemek gerek: Para politikası yanlış uygulamalar ve fahiş hatalar sonucunda sorunları daha şiddetli hale getirip makro dengeleri alt üst edebilir. O nedenle Merkez Bankası’nın bundan sonraki duruşu, adımları ve iletişimi kritik önem taşıyor. Güven zaten oluşmadı, umutlar da giderek azalıyor.