Brezilya Sprint’te Piastri liderliği Norris’e verdi, sıralama turları ertelendi
Formula 1'in anlatımına yıllardır ülkemizde sesiyle can veren, aynı zamanda da TOSFED'de genel sekreterlik görevini yürüten Serhan Acar'la motor sporlarını ve Formula 1'in ülkemizdeki geleceğini konuştuk.
Yıllardır Formula 1’e sesiyle hayat veren, sayısız simgesel anlatımında bulunan ve aynı zamanda Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu’nda genel sekreterlik görevini de yürüten Serhan Acar’la 10Haber olarak görüşme fırsatı bulduk. Aslında İstanbul Teknik Üniversitesi’nden elektrik mühendisi olarak mezun olan fakat Formula 1 tutkusunun peşinden gidip mühendisliği değil spikerliği seçen Serhan Acar’ın Formula 1’in dünü, bugünü ve yarınına dair görüşlerini aldık. 2005 yılından bu sezonun başına kadar çeşitli kesintiler ve platform değişimleri olsa da Formula 1’i anlatımını yapan Serhan Acar’ın federasyondaki idareci yönünü de görüştük.
Bu görüşmeyi Serhan Acar’ın 10Haber yazarlarından Bağış Erten tarafından koordine edilen Kadir Has Üniversitesi Spor İletişimi Programı’nda katıldığı dersin ardından, yine üniversitenin kampüsü içinde yaptık. Konuşmaya Formula 1’in yayın haklarının beIN SPORTS’a geçişindan sonra anlatımdan uzak kalışının bir boşluk hissi yaratıp yaratmadığını sorarak başladım. Acaba Serhan Acar yeni dönemde F1 spikerliği yapamıyor olmaktan dolayı ne hissediyordu? Sorumu şöyle yanıtladı,
“Ben Formula 1 anlatımını bugüne kadar hep hobim olarak, çok sevdiğim bir iş olarak yaptım. Bu süreçte altı defa da kanal değiştirdim. Ama görüşmelerimizin ardından yeni yayıncı kuruluş ile birlikte çalışabileceğimiz ortak bir zemini yakalayamadık. Şu anda da kendi adıma yeni bir döneme başlamış oldum. Formula 1 anlatımı benim çok sevdiğim bir iş olduğu için ilk yarışlarda açıkçası bir alışma dönemi yaşadım. Ancak Socrates’le beraber beş seneyi aşan bir birlikteliğimiz vardı ve bu süreçte dijital medyada çok keyifli işlere imza attık. Onun için, F1 anlatımında yer almayınca benim karşıma da çok farklı bir fırsat çıkmış oldu ve sonuçta daha farklı bir yönde ilerlemeye başladım.
Yarışları yine aynı merak ve hevesle takip ediyorum. F1 tutkusu 30 yılı aşkın bir süredir benim içimde yaşıyor ve muhtemelen ölene kadar da devam edecek. Bu tutkumu izleyenlere farklı bir pencereden iletme yolu çıktı karşıma ve ben de şu anda bu yolda yürüyorum.”
Socrates’ten söz açılmışken o tarafa da değinmeden olmazdı. Serhan Acar’ı Youtube ekranlarında Formula 1 yarışlarını yerinden takip ederken görebilecek miyiz?
“Sadece F1 değil, aslında otomobil sporlarının diğer branşlarına dair de başka projeler yapmak istiyoruz. Bu çerçevede henüz netleşmemekle birlikte bugüne kadar yarış dünyasında Türk yayıncılığı açısından pek yapılmamış işler de yapmayı planlıyoruz. Henüz adını koyacak kadar bir yere gelmedik, ancak benim de hayalini kurduğum bazı yarışlara gidip, bazı projeleri Socrates’le birlikte yapacağız. Formula 1 de bunun tabii ki içerisinde olacak ama otomobil sporlarının tüm dallarına dair farklı işler yapmak istiyoruz.”
Biraz da geçmişe gitmek lazım. 2020 Türkiye Grand Prix’sindeki son tur anlatımı ülkemizde geniş kitlelere ulaşmış, hatta Formula 1’in resmi YouTube hesabı tarafından bile paylaşılmıştı. Yerel dildeki bir anlatımı global hesapta yayınlamak Formula 1’in çok sık yaptığı bir şey değilken Serhan Acar bu videonun yayınlandığını ilk gördüğünde ne hissetmişti? Konu hakkında şöyle bir yanıt aldım:
How to call home a bit of F1 history at your home Grand Prix 😍
Sound up for pure excitement from the commentary box on Turkish TV 🔊
🎥 @ssporttr#TurkishGP 🇹🇷 #F1 pic.twitter.com/1wwWVKtfVW
— Formula 1 (@F1) November 17, 2020
“Stresi ve yükü çok yüksek olan bir yarıştı. Federasyondaki rolüm gereği de sekiz haftada Formula 1’i yeniden düzenlemenin yorgunluğunu ve stresini çokça hissettim. Filmlerdeki gibi adeta eski ekibi tekrar toplayıp, yarışı organize etme görevinde bulunduk. Pandemide onca kısıtlama varken, Türkiye’nin adını taşıyan bir işi yapıyor olmanın sorumluluğunu hissediyorken, yayının ötesinde, benim o yarışla ilgili sorumluluğum çok farklı ve fazlaydı.
Bu arada yarışın kendisi de muazzamdı. Benim anlatımımdan bağımsız, Türkiye’de olmasından bağımsız, gerçekten çok iyi bir yarıştı. Bizim burada olunca çok daha anlamlı oldu, bir de üstüne Hamilton şampiyon olunca tarihe geçen bir işe dönüştü. Video kısmına gelirsek ben hiç beklemiyordum böyle bir şey olacağını. Aslını söylemek gerekirse de o anlatım kısmından çok mutlu değilim; çünkü tüm o gerginliğin ve yoğunluğun ardından aslında sesimi kullanma açısından kontrolü kaybettiğim bir durum var. Ama tabi çok anlamlı oldu, Hamilton’ın istatistiksel açıdan tarihin en iyi pilot olma anıydı.
Yarış sonrası kendimize rahatlamak için izin verdiğimiz bir gündü, bir anda telefonuma hem mesaj hem de arama yağmaya başladı. Gelen mesajlarda da “Abi ünlü olmuşsun”, “Abi her yerde sen varsın, tebrik ederiz” falan yazıyor. Kendi kendime dedim ki ‘Bottas gibi bir poz da vermedim (Gülüyor), durup dururken neden ünlü olayım ki?’ Meğer F1 beni paylaşmış. O konuda eklemek istediğim bir nokta da maalesef video yanlış yerden kesilmiş. Aslında yayında “Alain Prost 93, 94 ve 95 Schumacher” diyorum ancak yayınlanan videoda kesildiği yerden dolayı üç yıl üst üste Schumacher şampiyon olmuş gibi oluyorum ki, ben 93 sezonunu seyrettim, yapacağım bir hata değildir yani. Her yayınlandığında biri gelip yoruma “Bilmiyor işte, 93’te şampiyon Schumi değil Prost’tu” yazar ama her gördüğümde bunu içimden “offf” diyorum. Bir yandan da o anlatım esnasında hem heyecanımı hem de organizasyonu başarıyla bitirmenin verdiği rahatlığı kontrol edemediğim için bir spiker olarak hoşuma giden bir anlatım değil o kısım. Üzerine hiç yokmuş gibi Vettel, Leclerc ve Perez’in kapışması beni daha da değişik bir noktaya getiriyor. (Gülüyor) O nedenle bir spikerin yapmaması gereken türde bir anlatım aslında ama sonuçta Formula 1’in böyle bir şey paylaşması benim gururumu okşadı, mutlu da etti.”
Biraz da bu aralar sıkça konuşulan Formula 1’in İstanbul’a geri dönüş ihtimalini konuştuk. Velev ki Formula 1 geldi, ana Grand Prix’nin yanında destek serilerinin gel gelmesi de söz konusu mu? Son iki yarışta F2 ve F3 araçlarının yarışmalarını izleyememiştik, onları da İstanbul Park’ta görebilecek miyiz?
“Buna şimdiden cevap vermek çok zor ancak pandemi dönemi hariç Türkiye’de yapılan yarışlarda o seneki tüm destek serileri İstanbul Park’ta yapıldı. Biz bu serileri getirmek açısından deniz aşırı ülkelere nazaran lojistik avantaja da sahibiz. Asya ya da Orta Doğu yarışlarına giderken de yol üstüyüz, dönerken de. O nedenle pandemi öncesi art arda yedi yılda olduğu gibi F1 Türkiye’ye dönerse ben destek serilerinin eksiksiz şekilde bize geleceğini düşünüyorum ama tabi buna şimdiden evet ya da hayır demek mümkün değil.”
TOSFED’in genç Türk motor sporcuları için yaptıklarından da bahsetmek gerek. Bizim çok kıymetli iki örneğimiz var, Cem Bölükbaşı ve Ayhancan Güven. Peki kamuoyunun bildiği bu isimler haricinde TOSFED’in genç sürücü yetiştirme programlarında öne çıkan başka pilotlar var mı? Ayrıca İstanbul Park’ın yeni ihale sürecinin öngördüğü TOSFED’e ve sürücülere açılma planı bu çalışmaları nasıl etkiler? Serhan Acar bu sorumu şöyle yanıtladı:
“Bizi çok olumlu etkileyebilir çünkü uluslararası tek tesis olan İstanbul Park’ı biz TOSFED olarak yıllardır kullanamıyoruz. Bizim sporcularımız bu sebeple antrenmanlar için Avrupa’ya gitmek zorunda kalıyor. Bunu yeni bir açılımla kullanıma açılması Türk sporu adına çok sevindirici bir gelişme. Şu an tabii ki alttan gelen farklı branşlarda çok yetenekli gençlerimiz var. Mesela Ali Türkkan bu sene WRC’nin Junior kategorisini kovalayacak, geçen sene WRC3’te yarışmıştı. Emir Tanju Formula 4’te yarışıyor. Zekai Özen TCR İtalya’da kendi kategorisinde şampiyon oldu. İlk aklıma gelenler bu genç isimler oldu ki kimseyi unutmamak lazım burada, çok kıymetli işlere imza atıyorlar. Kartingde Alp Aksoy ve İskender Zülfikari gibi çok çok iyi çocuklarımız, kardeşlerimiz var. Hatta İskender geçen sene FIA’nın dünya sıralamasında 900 küsur yarışçı arasında birinci sırada uzun süre kalıp dünyanın en iyi karting sürücüsü olarak gösterildi. Bu nedenle Türkiye’deki tüm gençlerimizin İstanbul Park’ı kullanmaya başlayıp imkanlarını genişlettikten sonra, uluslararası rekabet ortamını daha net yaşadıktan sonra önlerinin çok daha fazla açılacağını düşünüyoruz. Bu çerçevede tüm bu sporcularımızı hem TOSFED olarak biz destekliyoruz hem devlet kanadından Gençlik ve Spor Bakanlığı destekliyor hem de bir yandan özel sektör ve kamu ortak iş birliğiyle gelecekte bizi en iyi yerlerde temsil edecek çok yetenekli sporcularımız olduğunu biz keyif ve gururla dile getirebiliyoruz. Önemli olan onları oraya taşıyabilecek imkanları gençlerimize sunabilmek. Biz bu açıdan elimizden gelen çabayı sarf etmeye çalışıyoruz. Ama burada bizim ilk defa kullanabileceğimiz bir uluslararası tesis olarak İstanbul Park’a erişebilecek olmamız çok farklı pencereleri bize açabilir.”
Formula 1’in güncelinde bir ‘Amerikalılaşma’ sürecine girdiğini söylemek sanıyorum yanlış olmaz. Peki İstanbul olarak biz bu trendi yakalamaya vakıf mıyız? Orada özellikle Miami ve Las Vegas’ta işin şov kısmı ayrı bir seviyeye taşındı. Bizim pistimiz konum olarak da çok şehir içinde değil ama İstanbul’un bir şehir olarak buradaki etkisinden nasıl bahsedebiliriz?
“Pist artık yapıldığı yıllara göre çok daha şehir içinde kalmış durumda. İstanbul o yöne doğru genişledi ve büyüdü, bu büyümeye İstanbul Park tesisinin de ciddi katkısı oldu. 2005’te Formula 1’i yapmadan önce Anadolu Yakası’nda yalnızca bir tane beş yıldızlı otel vardı. Şu anda o bölge Sabiha Gökçen Havalimanı’nın da büyümesiyle beraber çok gelişti. Bu çerçevede pistin yeni dönemde yalnızca otomobil kullanılan bir yer olmaktan çıkıp çok amaçlı bir tesis olması tabii ki çok yarar sağlar. Amerikalıların Liberty Media’nın F1’i satın almasından sonra yaptıkları pazarlama hamleleri sporu çok büyüttü. Geçen sene Formula 1, 70 yılın ardından ilk defa 3,2 milyar dolarlık bir gelir elde etti. Burada iş zaten tabanı genişletebilmek ama hem halka fayda hem de diğer pencereden ticari olarak işletmeci firmanın çıkarları ve gereksinimlerini düşündüğümüzde de bir tesis ne kadar fazla insana ulaşacak hale gelirse o kadar yarar sağlıyor. Bu nedenle yeni dönemde piste eklenmesi istenen tematik park ve outlet merkezi gibi insanların aklına normal günde bile “Biz buraya gidelim” dedirtecek türden olanakları oraya eklemek, o cazibeyi sağlamak oldukça değerli.”
Biraz da güncel sezonu konuşalım. Formula 1’de teknolojik gelişmelerin kusursuzluğu sağlamasıyla sonu öngörülebilir yarışların sayısı arttı. 2024 sezonunun ilk yarışı olan Bahreyn GP’de 20 aracın tamamı herhangi bir mekanik arıza yaşamadan finiş gördü ki bu tarihte bir ilk. Sorum şu, Formula 1’i daha keyifli bir hale getirebilmek için FIA’nın başında ya da Stefano Domenicali’nin yerinde Serhan Acar olsa ilk neyi değiştirir?
“İlk iş Sprint’i kaldırırım. (Gülüyor) Şaka bir yana Formula 1 her zaman mükemmelliğin peşinde koşan veriye dayalı bir spor. İnsan ve makinanın birleşiminin en iyisini 70 küsur yıldır arayan dünyada bunu başaranın kazandığı bir spor. Günümüzde tabi söylediğiniz gibi üretim tekniklerinin çok gelişmesiyle ve malzemelerin uzun ömürlü olmasıyla son 10 yılda hiç olmadığı kadar az mekanik arıza görüyoruz. Bu durum işin tadını kaçırıyor mu, evet çünkü bir anda liderken dumanlar çıkaran bir aracı pek fazla görmemeye başladık. Ancak yarışan takımlar açısından bakınca da bu çok ciddi bir mühendislik başarısı. Aslında F1 takımları yarış garajlarından ziyade çok ileri teknolojiler ortaya koyan birer mühendislik firmaları. Onlar için de tam tersi yönden bakınca ürünün başarılı olması ve sorunsuz yürümesinin milyarlarca insana gösterilmesi çok kıymetli. Buradan bakınca bir çelişki ortaya çıkıyor. Biz izleyenler olarak her hafta başka biri yarış kazansın çok isteriz. Mesela 2012’nin ilk yedi yarışını yedi farklı pilot kazanmıştı. Son yıllarda ise yaşanan büyük dominasyonlarla birlikte bunu göremez hale geldik. Romantik bir taraftar olarak böyle bir çeşitlilik görmek tabii ki istenir ancak diğer yandan bunu bir iş olarak ele aldığımızda da şimdiki gidişat takımların daha sağlıklı olduğu, daha fazla gelir elde ettiği hatta kâr elde ettikleri ve çok daha fazla pazarlama etkisi yarattıkları bir hale büründü. Bu da yine F1’e bir iş olarak bakınca işleyişin doğru yönde olduğunu gösteriyor. Taraftarlar haklı olarak romantik yaklaştıklarından bir sürü şeyi beğenmiyorlar, benim de beğenmediğim çokça şey var ancak günün sonunda endüstriyel bir spor ama bu. Milyonlarca dolar paranın döndüğü bir yerde işin bu hale gelmesi de kaçınılmaz bir son.”
Son olarak biraz kişisel beğenilere değinelim. Serhan Acar’a en sevdiği üç pilot, en sevdiği üç yarış ve en sevdiği üç pist hangileridir diye sordum ve kendisinden şu yanıtı aldım:
“Yarışlardan başlayalım, 2020 Türkiye GP. Çok duygusal ve çok önemliydi. Hayatımda “iyi ki anlattım” dediğim yarışlardan biriydi. 2021 Abu Dhabi, inanılmaz bir final, hayat boyu bir daha denk gelmez muhtemelen. 2019 Almanya, yine yıllar sonra dönüp baktığımda “iyi ki anlattım” diyeceğim yarışlardan biri. “Şaka yapmıyorum, sarhoş değilim.” saçmalığının çıktığı yarıştı. (Gülüyor) Bunlar dışında muhtemelen 2008 Brezilya GP, çok dramatik bir final. Tarih boyunca da denk gelmesi güç şeylerden bir tanesiydi o “is that Glock?” kısmı. Muhtemelen bir de 2012 Brezilya’yı söyleyebilirim. Orada da Alonso ve Vettel’in son tura kadar giden inanılmaz bir çekişmesi vardı. İlk beşe bunları sayabilirim.
Pilotlara gelince Senna benim idolüm. Bugün burada olmamı sağlayan isimlerden biri muhtemelen. Onun dışında Jean Alesi eskilerden… Mika Hakkinen’i de ben destekledim. Yani hangisini tuttun diye soranlara ben bu üç ismi söyleyebiliyorum. Alain Prost’u da çok seviyorum, onu Senna belgeseli biraz hain gibi gösterdi ama aslında sportif olarak doğruları yapan bir şampiyon. Hatta karakter olarak Senna’ya göre bana daha yakın biri, hesap kitap adamı bir kere, ölçülü ve sakin biri, aile babası. Son olarak da Schumacher derim, onun da çünkü F1’de Michael Jordan’a benzer bir etkisi var. Geçmişte Al Jazeera’ye bir yazı yazmıştım, “Dünyanın en ünlü üç Michael’ı” diye, Schumacher, Jordan ve Jackson… Kendi oyun alanını tüm dünyaya yanan ve büyüten üç isim. O nedenle Schumi Formula 1’in de ötesinde bir isim.
Pistlerde de İstanbul Park’la başlayalım. Gerçekten çok seviyorum. Orada duygusal bağım olduğu, temel atmada orada olduğumdan değil, gerçekten baktığımızda en iyi pistlerden bir tanesi. En iyi Hermann Tilke pisti olduğunu da muhtemelen söyleyebiliriz. Bizim pistimiz olmasa da söylerim muhtemelen. Spa Francorchamps (Belçika) tabii ki, orada yürüdüm zamanında ve hakikaten muazzam bir pist. Monza’yı (İtalya) atmosferinden dolayı ekleriz. Ben 2006 ve 2010’da Ferrari’nin kazandığı yarışları oradan anlatmıştım, elle tutulacak bir mutluluk dalgası oluşuyordu insanların arasında, muhteşem bir enerjiydi. Silverstone’u (Büyük Britanya) da listeye ekleyebiliriz, olağanüstü bir yer. Eski pist düzenini daha çok seviyordum gerçi, biraz daha romantik bakıyorum. Elbette İstanbul Park hariç bunların hiçbirinde otomobil kullanmadım ama (Gülüyor) dışarıdan baktığımda son olarak da Suzuka (Japonya) derim, onun da yeri çok ayrıdır.”