Sanki 1920’ler Anadolusu: Kaşgar’ın Yekşembe Pazarı

Çin'in Uygur Özerk Bölgesi, Türk tarihinden önemli izler barındırıyor. Kaşgar şehri özellikle çok renkli ve çok önemli. Ama bugün burada tarih ve izler yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

18 Şubat 2024

Kafaya koymuştum, Çin’den ayrılmadan önce atalarımızın yaşadığı o bizim “Doğu Türkistan,” Çinlilerin “Sincan-Uygur Özerk Yönetimi” diye adlandırdığı bölgeyi mutlaka ziyaret etmeliydim.

Duyuyordum, İngilizler, Amerikalılar, İranlılar fink atıyordu orada. Bilimsel araştırmacı ya da seyyah kisvesi altında yüzlerce casusları dolaşıyordu bölgede. Yerel muhbirleri de vardı. Suudilerin uçak dolusu Kuran getirip bölge insanlarına dağıttığı da kulağımıza çalınıyordu. Pakistanlılar zaten denizden 4,693 metre yükseklikteki Huncerab geçidinin öteki yakasindaydı.

Lakin Türklere giriş fiilen yasaklanmıştı. Bin bir engel çıkartılıyordu. Bölgede sık sık isyanlar patlak veriyor, bunlar kanlı operasyonlarla bastırılıyordu.

Urumci aktarmalı uçakla transit geçerken bile elimizdeki Türkçe yayınlara elkonuyordu.

O zamana kadar bölgeyi ciddi anlamda ziyaret eden diplomatımız olmamıştı. Çekindiğimiz aşikardı. Çinlilerin üstümüze yapıştırdığı bölgeyi karıştırdığımıza dair iddiayı sanki kabul etmiş gibi idik. Gizli Çin resmi belgelerinde damgalandığımız kulağımıza geliyordu.

Oysa böyle bir şeyin mümkün olmadığını, 3000 km uzaklıkta biz kendimiz bölücü örgütlerle mücadele ederken Çin’in egemenlik ve toprak bütünlüğüne yönelik böyle bir siyasi iradenin de gücün de bulunmadığını en iyi biz biliyorduk diplomatlar olarak.

İlk giden diplomat olmayı başarmıştım

Tam Bizans entrikalarını andıracak (“Yaşam Bir Seyahattir” kitabımda ayrıntılı şekilde anlattığım) bir çaba neticesinde Urumçi, Turfan, Aksu, Altay İli ve Kaşgar’ı ziyaret eden ilk Türk diplomatı olmayı başarmıştım o zamanlar.

“Atavatan” olarak bilinen bu bölgede eski Türk tarihine ilişkin muazzam kaynakların keşfedilmeyi beklediğini biliyordum, ama ilk ağızdan aynı gözlemi dinlemek keyifliydi. Bölgedeki Türkologlarla buluşmayı, onların ağzından eski Türk tarihini dinlemeyi bu nedenle çok istiyordum.

Sincan Üniversitesi ile Sincan Sosyal Bilimler Akademisi’nden Prof. Nimet Mincanoğlu, Doç. Dr. Sabit Ruzi, Doç. Dr. Morkan Kemalhan, Doç. Dr. Abdülşükür Esen, Doç. Dr. Tahircan Muhammed ve Doç. Dr. Shi Zhen Tian ile topluca görüştüm.

Eski Türk tarihi bugünkü Sincan toprakları üzerinde yaşanmış. İzleri de hâlâ bu topraklarda. Türkoloji incelemelerine kaynak sağlayacak binlerce tarihi kalıntı gün ışığına çıkarılmayı bekliyor.

Bir zamanların medeniyet dili Uygurca ne yazık ki ne geçmişle ne bugünle ne de gelecekle kucaklaşmak için yeterli donanıma sahip bugün. Zira bizim yüzde 75’ini anladığımız Türkçeyi konuşup Arapça alfabe ile yazıyorlar. Yazdıklarını biz anlamıyoruz, konuştuklarını da Araplar. Egemenliği altında yaşadıkları Çinlilerle dil bağları ise hiç yok.

Kafamıza kazımamız gereken bir acı gerçeğe de parmak bastılar: Türk tarihi hep yabancı tarihçi ve arkeologların eserlerinden çeviriler yapılarak yazılmakta. Oysa Hun, Göktürk ve eski Türk tarihine ilişkin yazıtların büyük bir kısmı antik Çince’yle yazılmış. Yorum ve değerlendirmelerini kabul edelim ya da etmeyelim, Türk uzmanların bu eserlere nüfuz edecek, çapraz karşılaştırmaya imkan verecek şekilde yetiştirilmesi zorunlu.

Şayet kendi tarihimizi kendi tarihçilerimiz gözüyle incelemek, öğrenmek istiyorsak.

Orta Asya medeniyetinin merkezi

Türk tarihinde en çok adı geçen kentlerden biridir Kaşgar ya da Çinlilerin deyişiyle “Kashi.” Urumci’ye 1,500 kilometre, Pakistan sınırındaki Huncerap Geçidi’ne ise 200 kilometre mesafede. Mayıs 1986’da Huncerap Geçidi’nin açılmasıyla birlikte Kaşgar, tıpkı tarihi İpek Yolu döneminde olduğu gibi, yeniden önemli bir ticari ve turistik transit merkezi olmaya başladı. Çin’in bir trilyon dolarlık Kuşak ve Yol projesi ise bölgenin stratejik önemini daha da arttırdı. Süratle değişmeye, dönüşmeye başladı Uygurlar aleyhine.

Yekşembe gününde

Tarihi “Büyük Oyun”un sahnelendiği 1949’a kadar Rus Konsolosluğu olarak kullanılan, ancak Devrim’den sonra Rusların ayrılmasıyla konaklama tesisine dönüştürülmüş olan Seman Mihmanhanesi’ne yerleştim.

Şayet Kaşgar’ın gerçek yüzü görülmek isteniyorsa ziyaret mutlaka pazar, yani yekşembe gününe rastlatılmalı. Sabahın erken saatlerinde kentin çevresindeki kasaba ve köylerden on binlerce insan, at, eşek ve deve arabalarıyla Kaşgar’ın kuzeydoğusunda kurulan meşhur Yeksembe Pazarı’na sökün etmekte.

At kişnemesinin kuzu melemelerine, pazarcı bağırtılarına, nalbantın çekiç darbelerine ve çıngırak seslerine karıştığı bu olağanüstü koşuşturmacayı görüntülemek için etrafta görülen az sayıdaki turist damlara çıkıp mevzileniyor.

Pazarın hemen girişinde ABD doları, avro, Pakistan rupisi, Rus rublesi, Japon yeni, İsviçre frangı ve Hong Kong doları bozduran karaborsacılar göze çarpıyor. Kaşgar’ın en önemli kazanç kapısı Pakistan ve Orta Asya Cumhuriyetleriyle sınır ticareti.

Esasen kentin ortasındaki meydana dikilmiş devasa Mao Zedong heykeli, askeri garnizonlar, Rus mimarı üslubundaki hükümet binaları hariç tutulacak olursa Kaşgar’ın tipik bir Orta Anadolu kasabasından pek farkı yoktu.

Eşek arabasıyla yolculuk

500 yıllık İdkar Camii’ni gezdikten sonra Kaşgar’ın simgeleri haline gelmiş türbelere doğru yola çıktık. İlk durak kentin içindeki Yusuf Has Hacip’in kabriydi. İnşaatı henüz tamamlanmadığı için ziyaretçilere açık değildi; ama tel örgülerin arasından geçip Kutadgu Bilig’in yazarına saygılarımı ve dualarımı sunma onurunu elde ettim. Çinilerde süslü kabrin duvarlarında Kutadgu Bilig’den seçme deyişler işliydi.

Daha sonra, eşek arabası üzerinde kentin beş kilometre kadar doğusundaki Abakh Hoca Türbesi’ne hareket ettim. Kaşgar’da gezdiğim son türbe kentin ismini dünyanın dört bir tarafına taşımış olan Divan-ı Lugat-it Türk’ün yazarı Kaşgarlı Mahmut’unki idi. Kentin 48 kilometre dışında Opal nahiyesine yakın bir tepeye inşa edilmiş türbenin ilginç bir geçmişi var.

Mahmut 1008’de Kaşgar’da dünyaya gelmiş. Saçiye ve Hamidiye medreselerinde tahsil gördükten sonra kendisini Türk dili tetkikatına vakfetmiş. Bu amaçla Orta Asya’yı boydan boya kat ederek Anadolu’ya, oradan da Bağdat’a gitmiş. 1072-1073 yılları arasında hazırladığı meşhur kitabı Divan-ı Lugat-it Türk’ü Bağdat’taki Abbası Halifesi’ne armağan etmiş.
Kitabın asıl nüshası bugün Türkiye’de Ayasofya Müzesi’nde muhafaza ediliyormuş.
Kaşgarlı Mahmut’un “Türk Dillerinin Gramatik İncelemesi” başlıklı başka bir kitabı daha bulunduğunu öğrendim. Divan-ı Lugat-it Türk’ün üçüncü cildinde Mahmut bu kitabına atıfta bulunurmuş. Ne yazık ki bu kitabın ne aslı ne de kopyaları bugüne dek bulunabilmiş.

Dostluk köprüsünü korumak gerekiyor

Son aldığım haberlere göre Çin’in kuzeybatısındaki bu tarihi kent artık diğer Çin kentleri gibi beton yığını haline geliyor, Türk-İslam tarihi dokusu tedricen yok ediliyor bilinçli şekilde. Kaşgar’ın incisi sayılan ve kuruluşu Abdülkerim Satuk Buğra Han’a kadar giden cami, medrese, hankah, imaret ve misafirhaneden oluşan Mansur Han Hazretim tekkesi bu kıyımda son kurbanlardan birisi olmuş.

Uygur nüfusun Çin’in radikalleşmeyle mücadelesi adına “ıslah” edilmek üzere eğitim kamplarına gönderildiği haberleri eksik olmuyor. Büyük acılar yaşandı, yaşanıyor. Çinliler kendileri için büyük stratejik önemi haiz o bölgede demografiyi ve ekonomik yapıyı süratle değiştiriyor. ABD’nin Çin’i zayıflatma stratejisi çerçevesinde Uygur ayrılıkçılara, Tibetlilere ve Falun Gong tarikatına destek sağladığını düşünüyorlar.

İlk fırsatta yeniden Kaşgar’a

Keşke muazzam bir medeniyete ev sahipliği yapmakta olan Çin bu eşsiz bölgenin tarihi eserlerinin, etnisitesinin ve dini inançlarının da bir dünya mirası olduğu gerçeği ile hareket etse diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Ayrılıkçılara prim vermeden ve yeni dünya dengeleri temelinde bu bölge Türkiye ile Çin arasında bir dostluk ve ortaklık köprüsü olabilir. Bu yönde çalışmalıyız, kimsenin içişlerine müdahale etmesine fırsat vermeden.

İlk fırsatta Kaşgar’ı yeniden ziyaret edeceğim

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.